Birkaç aydır “Depremciler” konuşmaya başlamıştı.. Ve deprem oldu.. Onlarla ilgili konuşmak istemiyorum. İnsanları korkutuyorlar. Biri hariç..
En çok konuşulan konu Toplanma Alanları. Ancak Toplanma Alanında toplanabilmek için önce binalardan çıkabilmek gerekir. Binalarımızdan demiyorum. Zira deprem anında kentin hangi binasında olacağımız belli değildir. Bu anlamda sadece kendi binamızın güvenli olması yeterli olmaz. Tüm kentin binalarının güvenli olması gerekmektedir.
1999 depreminden sonra bu anlamda çalışmalar yapılmıştı. Öncelikle okul, hastane gibi kamu binaları güvenli hale getirilecekti. Ardından Kentsel Dönüşüm ile tüm binalar.. Bugün görülmektedir ki gereken tam anlamıyla yapılmamış. Kamu binaları hasar gördü. Hâlbuki onlar bahçeleri ve kapalı mekânlarıyla toplanma alanı olarak ta kullanılabilirler.. Kentsel dönüşüm ise bilimin dediği gibi değil ekonominin dediği gibi yapıldı. Yani rantlı bölgelerde.. Örneğin. Bağdat Caddesinde.
Yapı Stoğu 1998 öncesi ve sonrası inşa edilenler diye ikiye ayrılabilir.
1998 öncesi yapılar:
İstanbul'daki inşaatlar, Marmara Bölgesi 2. Derece Deprem Bölgesi kabul edilerek hazırlanan 1975 yılı yapı yönetmeliğine göre yapılmışlardır. Dikkat edilerek yapılmış binalara güvenilebilinir. Zira bu yönetmelik binanın taşıyıcı sisteminin topyekûn davranmasını sağlar.
1980’lere kadar betonda kullanılan kum-çakıl Karadeniz kıyılarından getiriliyordu ve çok kaliteliydi. Müteahhitler de henüz toydu. Hile bilmiyorlardı. Her ne kadar elle karılan beton istenen B160 kalitesini tutturamıyorsa da, kullanılan yuvarlak demirlerde kanca sorunu yaşanıyorsa da malzeme iyi olduğu için binalara güvenilebilinir.
1980’lerin başında Karadeniz’deki kum-çakıl yatakları tüketildi. O zaman Marmara Denizine yönelindi. 1980’lerin ortalarına kadar da Marmara’daki kum-çakıl yatakları tüketildi.
1980’lerin ortalarından sonra Marmara’da ne çıkarsa kullanılmaya başlandı. Bu malzemede yoğun olarak midye kabuğu bulunmaktaydı. Organik malzeme olan midye kabuğunun basınca mukavimliği hiç yoktur. Müteahhitler hile yapmayı öğrenmişlerdi. Belediyeciler de bir Devlet büyüğünün ‘Benim memurum işini bilir’ cümlesini duymuşlardı. Bu dönemde yapılan binaların güvenli olduğunu söylemek zordur. Yine de titiz müteahhitler vardı. Onlar, çakıl diye gelen ancak içinde midye bulunan ve agrega ölçüsü kaba kum ebadında olan malzemeye 2-3 no mıcır karıştırıp önlem almaya çalışıyorlardı.
1990’ların ortalarında hazır beton piyasada da kullanılmaya başlandı. En azından beton kalitesi açısından sorun ortadan kalkmış sayılırdı.
1998 sonrası yapılar:
1998 yılında Marmara Bölgesi 1. Derece Deprem Bölgesi kabul edilerek yeni Yapı Yönetmeliği hazırlandı. Tesadüf 1 yıl sonra deprem oldu. Yeni yönetmeliğe göre donatı alanları yani demir miktarı çoğaldı, taşıyıcı sistem ebatları büyüdü. Hazır beton zorunlu oldu. Ayrıca yuvarlak demirin yasaklanıp kanca sorunu olmayan nervürlü demir zorunluluğu binaların güvenli olmasına oldukça katkı sağladı.
1999 depremi sonrası, Yapı Yönetmeliğinde olumlu anlamda değişiklikler yapıldı. Sadece 8-10 kattan yüksek binalar için sağlıklı bir yönetmelik yoktu. Sonradan yapıldı.
Güçlendirmenin sağlıklı yapıldığına inanmıyorum. Hakkıyla yapıldığında binayı yeniden inşa etmenin daha rantabl olduğu belli olacaktır.
Eğer kentte binalar yenilenecekse yukarıdaki kronolojik bilgilere göre hareket edilmesi yararlıdır. İlk önce 1985-1995 arası inşa edilmiş sorunlu binalar ele alınmalıdır. Dikkat edilirse deprem olmadan kendi kendine çöken binaların da bu dönemin binaları olduğu görülür.
1999 Depremi sonrası herkes İstanbul’un kuzeyinden arsa alıp ev yaptı. Buna sebep buralarda kayalık zemin olması idi. Hâlbuki genel olarak, zemin salınımına göre kayalık zemine alçak, yumuşak zemine yüksek bina yapılması risklidir.
2000’li yıllarda TV haberleri günlerce Avcılar gibi bazı bölgelerin heyelan sorununu işlemişlerdi. Umarım buralara gereken dikkat gösterilmiştir.
2003 yılında İstanbul Deprem Master Planı hazırlandı. Burada zemini yumuşak olan bölgelerdeki yerleşimler için desantralizasyon yani başka bir yere nakil öneriliyordu. Bugün bakıldığında buralarda aksine daha yüksek binalar inşa edildiği görülmektedir. Bu yerleşimleri yazarak panik yaratmak istemiyorum.
50 yıllık meslek yaşamımın büyük kısmı uygulamanın içinde geçti. Üstelik İstanbul’da. Yazdıklarım yaşadıklarımdır.
ARİF ATILGAN EKİM 2019 arifatilganKENT ve İNSAN
NOT:
2000’li yıllarda hem Türk Mühendis Mimar Odaları Birliğinin (TMMOB) hem de Mimarlar Odasının Afet Komitesi Başkanıydım. Ayrıca Kandilli Rasathanesinin Depreme Karşı Yapısal Bilinçlenme (DKYB) eğitmeni olarak birçok kurum kuruluşta eğitim verdim. Yani konunun içinde biri olarak yazıyorum.