top of page

BİR İNŞAAT SERÜVENİ

1980’li yıllar… Altıyol Meydanı’nda Mimarlık bürom, Caferağa’da nalbur dükkânım var. Anadolu Yakası’nda inşaatçılık ta yapıyorum. Her birinde her gün saatlerim geçiyor. Ama ben nalburda vakit geçirmeyi seviyorum. Orada insanlarla daha yakın oluyorum. Çok ziyaretçim geliyor. Ayrıca kapı önünde oturduğumda çoğu tanıdık, gelen geçenle selamlaşmak ve laflamaktan da keyif alıyorum.


Bir gün komşulardan Dikran Bey geldi. Kendisi karşı sıramızda 2 katlı eski bir evde oturmaktadır. Kısa sohbet sonrası dedi ki ‘Bizim evi yıkıp inşaat yapar mısın?’ ‘Yaparım tabii.’ Dedim.  ‘İşimiz bu.’ İşte serüven böyle başladı.


Ertesi gün eşi ile geldi. Konuştuk, anlaştık. Daha sonraki gün Notere gidip sözleşme yaptık. Ve ben çalışmalarıma başladım.


Müteahhitler genellikle evi yıkarak işe başlarlar. Ben garanticiyimdir. Evi yıkmam. Belediyede Proje-Ruhsat süreci bitinceye kadar ev sahipleri orada oturmaya devam eder. Hani bir sorun çıkar filan. Anlaşmayı iptal eder gideriz. Sadece yaptığım masraflar zararım olur. Onu da helal eder, ‘tecrübe’ der, geçer giderim. 


Ruhsat arsaya verilir. Dolayısıyla proje onaylanacağı zaman evi yıkıp parseli arsaya çevirmek gerek. Öyle yaptım.


Nitekim onaylı projeyle ruhsatı alma safhasına gelindiğinde ev sahiplerine yakınlarda bir daire kiraladım. Taşındılar. Yıkım ruhsatını aldım. Evi yıktım. Sonra Tapu Dairesinden parselin arsa olduğuna dair cins tahsisi yaptırdım. Arsa tapusunu alıp belediyeye verdim ve onaylı proje ile inşaat ruhsatını aldım.


Bu safhadan sonra yapılacak işlemler… Tapu dairesinde kat irtifakının kurulması ve arsa sahibinin bana vereceği bağımsız bölümlerin hisse satışının yapılmasıdır.


İşte burada iş karıştı. Kat irtifakını kurdum. Ama bana verilecek bağımsız bölümleri alamıyorum. Adam Ermeni, karısı Rum’muş. Karısıyla ilgili tapu devrinde sorun çıkıyor.


Tapu Müdürlüğü, ‘Sultanahmet’te Tapu Kadastro İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne git’ dedi. Gittim. Orası da ‘Ankara’da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ne git’ dedi. Oraya da gittim. Sonra yine... Yine… Her iki tarafa da defalarca gittim. Hep çıkmaz sokağa girmiş gibi oluyorum. Olmuyor.


Adamların evini yıktım. Kiralarını ben veriyorum. İş sonuçlanmıyor. Geceleri uykum kaçıyor. Balkona çıkıp sigara içiyorum. Hem fizyoloik hem psikoloik sağlığımın bozulduğunu hissediyorum. Çıkar yol göremiyorum.


Ankara’ya gidişlerim trenle. Sabah erken saatte Gar’a iniyorum. Henüz resmi daireler açılmamış oluyor. Ben de Çankaya’da bir otelin yola bakan bahçesinde kahve içerek vakit geçiriyorum. Şükür ki küçük keyiflerim vardır. Bir gün orada otururken dedim ki içimden ‘Madem kadında sorun çıkıyor adamın hissesini devralayım.’


O gün Tapu Genel Müdürlüğü’ndekilere bunu da sordum. ‘Öyle olur’ dediler. İstanbul’a dönünce Arsa sahiplerine de aynı şeyi sordum. Onlar da ‘olur’ dediler.  


Hemen Tapu Dairesinde bu şekilde muameleyi yaptık ve inşaata başladım. Zaten küçük bir parseldi. İnşaat çabuk bitti. Evlerine taşındılar. 3. ve 4. Katları onlar için dubleks yapmıştım. Çatıyı da teras yaptım. Bahçe gibi… Üst katlar onlara ait olmuştu. Herkesin keyfi yerinde olarak hayat devam etmeye başladı…


Google'da Binanın Bugünkü Hali


Bitmedi…


Kedileri vardı. Küçük bir aslan yavrusu gibi… Hem iri hem de güzel. Hayvanın en önemli keyfi 4. Kattaki pencerenin denizliğinde uyumak. Ben aşağıdan bakarken ürperiyorum. O gayet sakin. 20cm genişlikte yürüyor da dönüyor da…


Bir gün Dikran Bey telaşla geldi. Kedi uyurken 4. Katan aşağı düşmüş. ‘Eh. Söylemiştim.’ Demeye çalışıyorum. ‘Ama kedi yok.’ Demez mi. Belli ki ölmemiş. Kaybolmuş veya kaçmış.


Tarzan filminde görmüştüm sanırım. Filler öleceğini hissedince bir şelalenin arkasındaki mağaraya gidiyorlar, gözden ırak oluyorlardı. Demek başka hayvanlarda da böyle huy varmış. Bizim kedi de bir yere gizlenmiş.


Uzatmayayım. Aradan birkaç gün geçti. Dışarıdan Dikran Bey’in keyifli küçük çığlıklarını duydum. Kapıya çıktığımda gördüm ki kedi gelmiş. O da ona ‘Nerelerdeydin?’ diye soruyordu... Yanına gittim. ‘Neyse. İçin rahat. Gel sana bir çay ikram edeyim.’ Dedim.


Apartmanın kapısını açtı, kedi içeri daldı. Yukarıdan bakan eşi de daire kapısını açıp kediyi eve almak için içeri girdi.


Biz de dükkânımın içindeki yazıhane bölümüne geçtik. Çayları içerken sohbete başladık. Şuradan buradan konuşurken Dikran Bey dedi ki ‘Biz Tapudaki sorunları biliyorduk.' 'Ne.’ Dedim. ‘Yahu Ben hasta olacaktım.’ Anlattı…


Kimlerse tanımıyorum. Evin sorunlarını anlattığı birkaç kişi Ona beni tavsiye etmiş. ‘Yaparsa O yapar. Ama sakın bu sorunları anlatma. Pürüzlü işe girmez.’ demişler.


2024 yılındayız… Bazen geçerim o sokaktan... Kimseyi tanımıyorum. Kimse de beni tanımıyor. Eminin birbirlerini de tanımıyorlar. Öyle miydi eskiden. Kadıköy’ün tüm esnafını tanırdım. Sadece esnafını değil üst katlarda oturan aileleri bile tanırdım.


İki öykü birden oldu bu sefer. Ama öyle gerekiyordu. Affola…


ARİF ATILGAN 2024 MART



 

Comments


bottom of page