top of page

Prof. SEMAVİ EYİCE İLE KASIM 2016 TARİHİNDE YAPTIĞIM RÖPORTAJ

Prof. SEMAVİ EYİCE İLE KASIM 2016 TARİHİNDE YAPTIĞIM RÖPORTAJ

Arif Atılgan

Sayın Semavi Eyice ile 2016 Yılının Kasım ayında evinde buluşarak bir sohbet gerçekleştirmiştim. Kendisini 28 Mayıs 2018 tarihinde kaybettik. Kamuya mal olmuş bir insandı. Bu sebepten sohbetin tamamını tüm ilgilenenlerle paylaşmayı doğru buldum. Ancak 50 sayfa civarında olduğu için bölüm bölüm yayınlayacağım.

Açık siyah yazılar Semavi Eyice’nin, koyu siyah yazılar benim (Arif Atılgan) konuşmalarımdır.


Ondan sonra 1930’lu yıllardı. Cumhuriyet bayramını biz orda kutladık. Gayet şaşalı bir cumhuriyet bayramı oldu. 10. Yıl dönümünde. Ondan sonra herkese bayrak diktirdiler falan.

Anladım hocam 1923-1933 yılları arasında orası Alman Okuluyken.

Hatta tamda o sırada Adliye yandı ve oradan seyretmiştik. Burundan. Kadıköy Gazinosunun yapıldığı burun metruktur biliyorsunuz ki. Daha önce orada bir şey yoktu. İlk zamanlar gazinoymuş gene.

İnciburnu’nun orası mı hocam?

Valla adını bilmiyorum yalnız ilk zamanlar gene gazinoymuş ilk yapıldığında. Sonra terk edilmiş. Onun üzerine orası böyle metruk bir yer oldu. Altında bir yerde kayıklar boyanırdı. Oradan buruna akşamları Kadıköylüler oraya hava almaya çıkarlardı.

İnciburnu yani orası evlendirme dairesi oldu sonra. Orası gazino olarak açılmış öyle değimli hocam?

Evet, esas gazino olarak yapılmış. Ama uzun zamanlar kullanılmadı metruk durdu. Sonra yeniden bir ara Evlendirme Dairesi yaptılar. Ondan sonra tekrar gazino yaptılar bir ara. Daha sonra gene kapandı. Bir kaymakamın gayretidir o parkın oraya yapılması. Orada kömür yığınları vardı.

Orası denizdi zaten dolduruldu oralar.

Evet, öyle fakat ben dolma vaziyetini hiçbir zaman görmedim.

Gazinonun yapıldığı yıllar hangi zamanlardı hocam hatırlayabiliyor musunuz?

Yalnız çok yağmur filan yağdığında fırtına olduğunda falan deniz taştığında onun içinde cıbıl cıbıl su olurdu. Tabanında o rıhtımın dış tarafından gelen sular oluşurdu. Sonra oraya inşaatlardan çıkan enkazı döktüler. Hep enkaz şeysidir o.

Ondan sonra işte ağaçlandırdı o kaymakam orayı. Ta şeye kadar hatta Altıyol’a çıkan ana caddenin başlangıcında da bir parça toprak vardı. Hatta Singer vardı orada. Singer’in olduğu yapı adasının ucunda dahi bir parça toprak vardı onu dahi parkın devamı gibi hazırladılar. Fakat herhangi bir şey dikemediler oraya öyle kaldı o.

Gazinonun yapıldığı tarihi hatırlayabiliyor musunuz hocam?

Valla gazino yılları -ben ilkokuldayken- 1930’lu yıllardı. Ondan sonra epey gelişiyordu kaymakamın zamanında. Sonra durakları da yavaş yavaş oraya almaya başladılar. O zaman tabi o parkın arazisi küçüldü. O eski genişliği kalmadı.

Evet, yukarı kadardı değil mi Tubini Evlerine kadar.

Evet, ayrıca orada belediyenin de izin verdiği bir sıra bina vardı parka bakan. Birde postane vardı o sırada. O sıraya kadar yavaş yavaş ilerliyordu. Onun üzerine daha fazla gidemediler bu defa gerilemeye başladılar tekrar. Hatta epey tanzimi yapılmış hatta toprağı hazırlanmış hat parçalarını feda ettiler, gitti onlar.

Singer’in önünde de bir parça vardı. Hatta bir tane şöyle şerit halinde bir çiçek yeriyle bir tane dikdörtgen bir parça hazırladılar oraya fakat onu da dikemediler. Kaldı sonra oda yok oldu gitti.

Hocam İnciburnu’ndaki gazinoyu yaptıklarında o tam olarak dolmamış mıydı?

Hayır efendim ortası da çukurdu.

Anladım hocam önce dalgakıran gelip ucuna yaptılar yapıp sonradan sonraya doldurdular yani.

Evet. Ondan sonra çocuklar falan denize girer gibi giriyorlardı onun içine. Ondan sonra düzelttiler filan ve güzel bir park oldu o. Hatta daima takdirle o kaymakam söylenirdi. Ya denirdi ’Çöpçüler falan çalıştırılarak yapılmıştır’ denirdi. 1932 veya 1933’lü yıllardı. Kadıköylüler çok beğenirlerdi onu. ‘Ya’ derlerdi ‘Akşamüstü çıkıp şurada bir hava alıyoruz, deniz havası alıyoruz’ bu yüzden çok memnun olduklarını söylerlerdi.

Hocam o kaymakamı araştıracağım. O parkı yapmış. Kadıköylülerin çok beğendiği işler yapmış yani evet hocam.

Ondan sonra çok kötüydü mesela. Tramvayı da oradan da geçiremediler o yüzden. Çünkü birazcık lodos oldu mu Kadıköy Haydarpaşa arasındaki rıhtım yolu çöküyordu. Oraya şey sisteminden vazgeçmediler bir türlü. Kazıklar çakarak denize mani olmak. Biraz lodos olsun o kazıklar arasından giren dalga oradaki toprağı çekiyordu. Arkasından üzerindeki sokak göçüyordu parkeleriyle filan. Haydii. Yeni baştan yapılıyordu. Ya dedik ki buraya büyük bloklar dökülse bir şey yapamazdı deniz. Fakat o yapılmazdı bir türlü orası öylece çökerdi. Her defasında çökerdi.

O rıhtım kumsaldı galiba değil mi, yani hocam Yeldeğirmeni’nin sahilini söylüyorsunuz?

Orası esası neydi bilmiyorum. Deniz adamakıllı azdığında orada ancak yayaların geçebileceği kadar –o dizinin önünde- bir yol vardı. Yoksa tramvay filan oradan katiyen geçemezdi.

Tramvay zaten Yeldeğirmeninden Karakolhane Caddesinden geçip Üsküdar’a bağlanıyormuş. Demek ki 1928’lerde elektrik gelmiş Kadıköy’e. Elektrik geldikten sonra tramvayı yapsalar Ondan sonra sahili de 1950’lerde doldurmuşlar galiba. Ondan sonra tramvay sahilden yukarıya Tıbbiye Caddesine bağlanmış. Peki hocam, siz Yeldeğirmeni’nde doğdunuz galiba?

Efendim benim doğumum hemen Haydarpaşa yangınından birkaç ay sonradır. Tam olarak 1922 yılının Temmuz ayında.

Hocam Haydarpaşa yangını bildiğim kadarıyla 1917 yılında olmuştu?

O Garın yangını, Haydarpaşa Çayır yangını deniyor buna. Çayırdan başlayıp çayır kenarındaki evlerden Poyraz rüzgârıyla Kadıköy’e doğru yürüyor. 1922 yılında oluyor. Bende bu yangını merak etmiştim. Çünkü doğumumla yaşıttır o yangın. Ankara’daki Milli kütüphanede gazete koleksiyonları var. Oradaki gazetelerden çıktı o tarih. Bizim ev ve oradaki evler o zaman yanmıştı.

Yeldeğirmenindeki evler mi hocam?

Aslında Yeldeğirmeni değildi. O sokak ile ilgili komik bir hadise de var. Hakikaten o maskaralığı kim uydurmuş onu da tam bilmiyorum ama komik bir şey o.

Hocam çok haklısınız. O sokağın bir altındaki sokak Düz Sokaktır. (Gülüşmeler)

Evet, o levha sokağa iki defa kondu oraya.

Gerçekten 1930-1938 yıllarındaki Pervititch Haritaların da o İskele Sokak Düz Sokak diye geçiyor çok haklısınız hocam.

Evet, Rasim Paşa İskele Sokağıdır o. Onun tapulara bakıldığında adının resmen Rasim Paşa İskele Sokağı olduğu görülür. Hani o dönemde paşalar ve sultanların isimlerini kaldırdıkları için değiştirildi. Mesela 11inci isimli bir ilkokul vardı. Onunda adını değiştirdiler Osmangazi İlkokulu dediler.

Hocam öncesinde bu okul Alman Okulu daha sonra 11. İlkokul daha sonra da Osmangazi ilkokulu olmuş evet. Bu dediğiniz yangın tarihte Yeldeğirmeni Yangını diye geçer o yangın herhalde?

Efendim biz bunu Çayır Yangını diye bulduk gazetede.

Bu meşhur hocam şey derler yaz olduğu zaman patlıcan yangını derlermiş bunlara. Hani patlıcan kızartmaya başlıyorlar ya yazın yağ sıçraması nedeniyle oluşurmuş. (Gülüşmeler)

Zaten umumi İstanbul’un felaketine patlıcan kızartması ondan sonra Haliç kıyılarındaki bütün yangınlara da tavanın tutuşması, yağın tutuşması sebep olmuştur. Ve İstanbul’da başlayan yangınlar devamlı olarak Haliç kıyısından başlayıp 3 günde 4 günde Marmara kıyısına kadar erişir. Yani tetkik edin onların bazılarında destanlar falan da vardır. Hatta Türkçe olduğu gibi Ermenice falan da vardır. Böyle destanlar eski. Hatta onların bazılarını kitap halinde de yayınladılar.

Siz Osmangazi İlkokulunun karşısındaki Akifbey Sokakta yaşadınız değil mi?

Biraz daha aşağıda. Hala daha o sıradan gittikten sonra bir tane bücür bir ev vardır. Devlet Demir Yollarından ufak bir memur olan bir adamcağızındı o arsa. Bir Rum’dan kalmaydı o arsa. Ondan aldı arsayı içindeki molozu kaldırdı ve bir katlı hatta bir buçuk katlı bir evcik yaptı oraya. Ve hala o ev duruyor orada. Onun bitişiğindeki yer ise bizim evin olduğu yer işte. 25 numaraydı eskiden ama sonradan numaralar değişmiş gene ondan sonra başka bir numara olmuş o arsa.

Sizin eviniz okulun karşısındaki Akifbey sokağında değil mi? Valpreda Apartmanından Haydarpaşa çayırına, önüne inen sokak Akifbey Sokak.

Bizim ev doğrudan doruya o Düz Sokak denilen caddedeydi. Yani sapak sokaklarda değil.

Yani İskele Sokağın aşağılarında.

Evet oradaydı. Hatta Lefter Apartmanı vardı ve onun tam karşısında bulunuyordu.

Semavi Eyice’nin İskele Sokaktaki Evi

1. Bölüm Sonu. Devam Edecek..


Tam aşağı kadar inmeden, sahile kadar inmeden hatta orada en altta hala ahşap bir ev bulunuyor.

Evet, oradaki evde Rum kocakarıları otururdu ve neyin nesiydiler bilmiyordum. Zannederim o evde Kadıköy’ün en eski evlerinden biriydi. Ve birde Askerlik Şubesi vardı ve Askerlik Şubesinin bulunduğu sıradaki en eski evlerden biriydi orda. Yani 250 senelik falan vardı o.

Doğru hocam o yok şimdi artık. Ama aşağıdaki ev hala duruyor onu restore ediyorlar. Ahmet Haşim de bir ara o evde oturmuş galiba.

Ahmet Haşim Benim bildiğim bahariyedeydi. Saint Josephin yukarısındaki sokağın ucunda oradaki bir apartmanda oturuyordu.

Hocam Adnan Giz’in kitabında okumuştum. Ahmet Haşim’e gelen bazı mektuplarda İskele Sokak numara 2 diye yazarmış. O hala iki numara, o evi yazıyor. Bir ara oturmuş olabilir orada.

Son uçtaki evde otururdu işte. Apartman gibi bir yer vardı. Tam köşede Moda Yokuşuna gelmeden, gene Fransızların okuluna gelmeden ondan sonra orada otururmuş. Çünkü biz bir gün öğle yemeği için çıktık eve giderdik. …….. / Sabah yedide okula gelirdik öğleyin yemek için taa Haydarpaşa’ya eve giderdik, tekrar geri dönerdik ve tekrar derse devam ederdik. Ondan sonra akşam beş beş buçukta okuldan çıkardık.

Hocam çok enteresan Haydarpaşa diyorsunuz ama Yeldeğirmeni demiyorsunuz.

Hayır biz Haydarpaşa derdik.

Gerçektende Yeldeğirmeni’nin eski adı Haydarpaşa’dır. Tarihte de okulların eski kiliselerin hep adı Haydarpaşa Okulu, Haydarpaşa Kilisesi diye geçer adları. Yani doğru eski adı. Zaten Yeldeğirmeni de Haydarpaşa Çayırı’nın içindeymiş eskiler hep Haydarpaşa diye bilirler söylerler orayı doğru söylüyorsunuz. Şimdi hocam Yeldeğirmeninde okudunuz sonra?

Ondan sonra Galatasaray’a geçtim.

Peki hocam, Yeldeğirmeni’ndeki anılarınızdan biraz bahseder misiniz? Osmangazi İlkokulunun adı 11. İlkokul iken orada okudunuz. O zamanlar henüz daha yabancı hocalar var mıydı?

Yoktu ama o zamanlar Almanlar olduğu gibi bırakmışlar. Mesela derse yardımcı birtakım alet edevat vardı. Onlar Almanlardan kalmaydı. Mesela güneş ve etrafında dönen seyyarelerin olduğu bir alet vardı. Bir mekanizması vardır ve onu çevirdikçe tüm mekanizmanın hepsi işlemeye başlardı onların. Ama hurdasını çıkarmışlar tabi. Ondan sonra Almanlardan kalma daha bir takım ders malzemesi filan vardı hala orda.

Orada bahçede bir bina vardı. Bende orada okudum. Ben okuduğumda şimdi o bina yok. Bahçede olan bir bina daha varmış orada. O bina bizim zamanımızda tuvalet olarak kullanılıyordu. Şimdi kaldırmışlar onu tamamen. O da Almanlardan kalma bir bina. Peki hocam kitaplarda yazar ki dört tane Yeldeğirmeni varmış. Bir tanesi de Osmangazi İlkokulunun bahçesinin oralardaymış. Sonradan oradan hiçbir iz kalmamış. Siz hiç hatırlıyor musunuz? Öyle bir iz var mıydı sizin okuduğunuz zamanlarda.

Yoktu. Yalnız işte bizim bahçelerimizde filan bizim evde de vardı o. Normal ev kuyuları vardı, bahçe kuyuları. Korkunç bir su seviyesi. Dehşetli aşağıdaydı. O kâfi gelmiyormuş gibi su miktarı da korkunç derinlikteydi. Biz hatta merak ederdik o kuyuyu da gazete kâğıdını tutuşturur kuyudan aşağıya atardık. Ondan sonra o giderdi giderdi giderdi su seviyesi çok aşağıdaydı.

Ondan sonra. Bizim yalnız Kenan Ağbi dediğimiz oldukça cesur bir akrabamız vardı. O birkaç defa o kuyunun dibine indi. Daha doğrusu buzdolabı yok o zamanlar evlerde. Sebze, et alındığı zaman özellikle et, bir but komple alınırdı. Buzdolabı görevini görsün diye oraya sallandırırdık sepetle.

Daha sonra üzümdü bilmem neydi toptan alınırdı kocaman bir sepetle. Ondan sonra bir gün sepet koptu ondan sonra gitti aşağıya. Onun üzerine çengellerimiz vardı sırf o kuyu için. Kuyuya bakan alt katta bodrumda demir bir penceresi vardı. O çengel orada hazır dururdu onu oradan attık filan hani ne çıkacak diye. Ondan sonra bizim üzüm sepetine takılmadı o. Demek ki aşağısı daha genişmiş onun.

Onun üzerine fakat içinden bir tane güğüm çıktı. İşte şurada salonda dururdu güğüm. Ondan sonra sanata çok meraklı, rahmetli oldu bir çocuk vardı. Bizim fakülteye de geldi gittiydi o. Ondan sonra onun babası bakırcıydı. Subay emeklisiymiş filan fakat bakırcılar çarşısında dükkânı da vardı. Onun üzerine bir gün bana gelmişti filan o evi boşalttıktan sonra merdiven altına bir yere tıktıydım o yığını. Bu çocuk gördü onu. ’Ya hoca o ney’ dedi. Dedim işte ‘hurda bir güğüm suyun içinden çıktı. Kim bilir kaç sene kuyunun dibinde kalmış’ filan. ‘Ya’ dedi ‘ver onu bana ben sana onu tamir ettireyim’ falan dedi. ‘Parlatma da yaptırayım’ dedi.

Bunun üzerine güğüm gitti ve epey kaldı onda bir seneye yakın. Sonra bir gün rastladım dedi ki ’Ya hocam al şu güğümünü’ dedi.’Arabanın bagajında gidiyor geliyor’ dedi. ‘Her yere’dedi. Onun üzerine ’Ya dedim sende eve bırakıver’dedim ’ne olacak’ dedim ’evi biliyorsun’ falan. Sonra bıraktı getirdi. Ondan sonra baktık düzelmiş o ezik yerleri falan. Kapağı da kopmuştu. Onu da yapmış.

Gayet uzun boylu böyle ince ve uzun olan değişik tipte bir güğüm yani alıştığımız bildiğimiz güğümlerden değil. Onun üzerine ’bu güğüm nerenin güğümü’ falan dedim. ’Bu’ dedi ‘eskiden Bursa Mudanya havalisi köylülerinin kullandıkları bir güğüm’ dedi. ’Başka yerde bulunmaz Anadolu’nun’ dedi. O bu işin ustasıydı. Sonra bende onu artık kullanmadım tabi. Salonda dururdu o parlatılmış düzeltilmiş bir vaziyette. Yani kuyuda iyi aransa epey öteberi çıkacak. Öyle görünüyor. Belki bizim üzüm küfesi de çıkacak oradan. (Gülüşmeler)

Siz Yeldeğirmeninden ortaokuldayken mi taşındınız?

Efendim ben aşağı yukarı Lisedeyken taşındık biz buraya. Önce bir iki yaz geldik. 1939’da babam dedi ki biraz dedi tehlikeli dedi. O Kadıköy’deki ev. Çünkü dedi tren yolunun tam yanında dedi. Birinci antre çok yakın buraya çok patlayıcı bomba attılar. Hatta şey yaptılar tren yolu tahkim için Almanya’dan gelen patlayıcı maddeler oradan vapura yüklenir. Daha sonra vapurla gelir oradan da trene yüklenir. Oradan da Anadolu’ya sevk edilirmiş. Onun üzerine biz de buraya geldik.

Daha önce burada da Sayfiye Evi vardı. Daha önceki köşkünüz.

Yalnız fakat oranın bir işte şeyisi vardı. Hanımlar filan akşamüstü muhakkak çoluk çocuklarını alırlar Haydarpaşa Çayırına çıkarlardı. Bazıları da bilmezler raylardaki makasların üzerine otururlardı. E tabi makasta çalışmazdı onlar üzerine oturunca. Tabi makasçı da zor durumda kalır gelir rica eder ya yapmayın etmeyin oturmayın falan filan diye. Ya şunun üzerine sactan bir tane kılıf yapın oturanda bir zarar vermez böylece. Onu da düşünemez bir türlü Demir Yolları idaresi.

Yani Lisedeyken taşındığınıza göre 1940’lı yılları buldu mu taşınmanız?

Evet, yani 1939’dan 1940’a geçen kış. Eşyalar orada duruyordu. Onun üzerine babam dedi ki eşyayı biz arabalara yükleyelim buraya getirelim dedi. Getirdik. Ondan sonra artık bir daha da dönmedik oraya. Kiraya verelim dedik. Önce derli toplu kiracılar geldi. Ondan sonra kalite gittikçe düştü. Öylesine düştü ki bizden evin bütününü 25 liraya bizden kiralıyor adam ondan sonra oda oda 15 liraya 20 liraya kiraya veriyor.

Ondan sonra öylede bir durum ki bazen işte kirayı ödediği falanda yok kimsenin. Daha sonra sonra bir iki defa rahmetli annem gitmiş ben gittim filan ondan sonra bir şey verdikleri yok. Onun üzerine bakmış sefalet içinde bir odada bir aile oturuyor filan. Çocukları var yeni doğmuş. Ondan sonra kadının yastığının arasına annem para bırakıvermiş. (Gülüşmeler) Ya dedi böyle dedi falan derken bir gün kiraya vermeyelim dedik. Kalsın kilitleyelim dursun. Ondan sonra duruyordu falan derken babam askerdi benim deniz subayıydı. Sonra bir arkadaşı yanında da bir başka arkadaşını almış geldi onun üzerine dedi ki ben kefil oluyorum dedi bu arkadaşa dedi evi kiraya dedi buna dedi kiraya ver dedi.

Bir albay kefil olduğu kişi de. Gayette süslü falan bir hanımı var. Oğlu var güzel giyimli falan filan. Bunlar geldiler topluca ricaya. Pekâlâ dedik anlaştık uyuştuk. Daha sonra bunlar taşındılar eve. Ondan sonra birkaç ay iyi gitti. Arkasından albay galiba Askerlik Şubesi Başkanıymış bir yerler de. Biraz galiba bir şeyler çevirmiş ondan dolayı askerlikten ihraç edildi. Ondan sonra Anadolu’da bir yerlerde arazi almış orda çiftçilik yapıyormuş. Bunun üzerine adama mektup yazıyoruz. Kira yok. Ondan sonra içerde oğlu oturuyor. Ondan sonra kılığı kıyafeti değişti. Şoförlerle möförlerle ahbap. Sonra bir gün Yeldeğirmeni taraflarının Kürt fakat gayet enteresan gece bekçileri vardı. Yeldeğirmeninde harap bir yer olan daha doğrusu bitirilmemiş bir Rum evi vardı. Harp zamanı inşaatına başlanmış iki kat filan yapılmış tuğladan fakat öyle kalmış.

Hangi ev nerede acaba hocam?

Efendim o Yeldeğirmenine saptıktan sonra sağdan diğer bir yol daha gelir ve Yeldeğirmenine kavuşur o yolun köşesindeydi. Bir ev tuğladan, yarım kalmış bir bina. Onun üzerine onun alt katını işte üzerini filan biraz kapamışlar. Ailecek orada otururlardı. Şöyle heybetli bir adamdı. Şöyle kalın sesli falan esmer.

Ondan sonra o buraya eve geldi.’Aman beyim’ dedi ‘orası sizin ev bir felaket’ dedi. ’İçinde barınanlar yatanlar kalkanlar rezalet’ dedi. ’Yani mahallelide şikâyet ediyor’ dedi ‘biz de illallah dedik’ filan ’bir ilgilenin orayla’ dedi.

İkinci Bölüm Sonu. Devam edecek..



Ben gittim baktım aa kanun kaçak. Kira filan ödedikleri yok. O albayın oğlu ondan sonra ne derse desin. Garip bir ev olarak kullanılıyor orası. Yatak matak yok. Yerde samanlardan yatak yapmışlar ondan sonra içinde kâğıtlar şeyler hatta içinde bir tane subay hüviyeti bile bulduktu orada. Ondan sonra kapının kilidi kalmamış. Tekmeyle açıyorlar tekmeyle kapatıyorlar kapıyı.

Ondan sonra bende pekâlâ dedim. O zaman bir sandalım vardı onun halatlarını filan götürdüm, zincirini götürdüm oraya. Kapıların kilitleri filanda tutmuyor artık. Ondan sonra güzel bir çiviledim. Arkasına birde kol tahtası çaktım. Duvarın bir ucunu da oydum. Bir ucu duvarın içine girdi bir ucu kapının arkasında. Hatta bodrum var ya orayı da öylece emniyete aldım. Bütün pencerelere işte çivi çaktım.

Daha sonra sokak kapısının mermerini kıra döke şey yapmışlar. Devamlı açıp kapadıklarından kilit falan da tutmuyor. Onu da güzel zincirle bağladım. Teknenin zinciriyle. Özellikle adamın içindeki nesi varsa onlarında hepsini iki araba, yük arabası moloz doldurduk. Ve düşününki o en aşağıya inen merdiven var ahşap onun içine evin ne kadar iki senede birikmiş çöpü varsa onu doldurmuşlar onları da temizledik. Denize attık falan bir kısmını. Çöpçü falan da almaz onu o kadar muazzam bir şey. Ondan sonra hatta benim üniversitedeki hademem benim odama falan bakar. ’Ya’ dedim ’evin falan yoksa gel bedavadan otur benim evde’ dedim. ’Ya’ dedi ’benim gecekondum var’ dedi.‘İstanbul tarafında bana çok masraflı olur gelip gitmek dedi’ istemedi.

Onun üzerine baktım olacak gibi değil şimdi dedim her yerleri zincirledim ana kapıyı da bağladım. Ondan sonra kilitledim çıktım gittim. Bir daha da ne geldi kimse ne aradı. (Gülüşmeler) 3 – 4 mektup yolladık babalarına. Onlara da cevap gelmedi. Ondan sonra biz biraz daha bekledikten sonra evin içinde işte bunların müzahfaratları neleri varsa hepsini topladık attık. Ondan sonra kilitledik böyle dursun dedik. Öyle duruyordu.

O ev şimdi durmuyor herhalde değil mi?

Duruyor duruyor. Eski 25 numara ama şimdi numarası değişmiş onun. 27 mi olmuş 29 mu olmuş bir şey olmuş. Yanımızda da bir demiryolu memurunun gayet alçak bir evi var. Yani bir kattan başka birde ufacık bir bodrumu olan bir evi var. O zaman benim zamanımda yaptıydı onu o. Hala daha o ev duruyor.

Diğer Konuşmacı: İtalyan apartmanının karşısındaki köşe değil onun yanı.

Yukarıda yani okulun karşısında İtalyan apartmanının karşısındaki köşedeki bina da eski bir binadır onun yanı. Anladım çok iyi. Hocam Yeldeğirmenindeki Karakolun durumunu hatırlıyor musunuz?

Vallaha durumu ahşap bir karakoldu o. Çok güzel bir bahçesi vardı. Komiserler falan çok iyi bakıyorlardı.

Bizim zamanımızda o Karakol setin üstündeydi. Hatta yedi katlı basamaktan çıkıyorduk yukarıya. Peki, sizin zamanınızda da öylemiydi yoksa aşağıya kadar bahçeye miydi?

Yok yok yüksekti. Fakat şimdi diğer bir konu karakolu yıktılar.

Yıktılar o Karakolu hocam. O Karakolu ben araştırdım orijinalinde 1860’larda yapılmış. Orijinalinde o set yok.

Orda karakollar varmış onları filan bulmuştu. Ondan sonra bilmiyorum bunu da buldu mu bana bir iki defa geldi gittiydi o. Sonra bazı araştırma yapanlar bana müracaat ettiler. Gidin o teze bir bakın dedim fena bir tez değil o dedim iyi dedim. Ondan sonra yani o tez kütüphanede duruyor. Teknik üniversitede.

Mimarlık Fakültesinde mi Hocam?

Herhalde ordadır.

3.Bölüm Sonu. Devam edecek.



Onu bir ararım oradan ben hocam. Yeldeğirmenindeyken, oradan Saint Joseph’e gittiniz değil mi?

Saint Joseph’e gittim ondan sonra bir senede orada okudum. Ondan sonra babam dedi ki ‘Şimdi seni bütün derslerde imtihana filan sokarlar ondan sonra altından ya kalkarsın ya kalkamazsın.’ Birazda yabancı okullardan gelenlerden intikam alıyorlar. Öyle bir tutumda var. Ondan sonra ’Sen bir sene filan ilkokula git oradan diploma al o zaman sen normal ilkokul imtihanına girmesin’ dedi. Onun üzerine ben girmedim tabi.

Hocam peki Ortaokul?

Ortaokulu ben Galatasaray’da okudum.

Anladım hocam ilk Osmangazi’den Saint Joseph’e gittiniz ilkokulda.

Bir sene Saint Joseph’e gittim ondan sonra Osmangazi’ye geldim. İlkokul diplomasını oradan aldım. Ondan sonra Galatasaray’a gittim. O zaman beni Türkçe olan derslerden imtihana tabii tutmadılar. Oranın diploması elimde olduğundan. Yalnız Fransızcadan imtihan ettiler. Fransızcayı zaten 5 sene evvelden öğrenmiştim onun üzerine kolayca oraya kaydım yapıldı.

Siz yani şimdi önce Saint Louis’de başladınız okula, sonra Saint Joseph’e gittiniz.

Evet, o kısa bir süre.

Sonra Osmangazi’ye geldiniz, orayı bitirip Galatasaray’a geçtiniz. Peki, hocam Yeldeğirmeniyle ilgili aklınızda iz bırakan neler var?

Valla pek fazla bir şey yok yalnız o bizim sokağın başındaki yerde Namazgâh vardı bir tane. Onun ağacı vardı. Çınar ağacı o bundan bir on onbeş sene evvel filan devrildi. Ondan sonra parçaladılar, yaktılar herhalde bir yerlerde. Ondan sonra o çeşmeyi, Lâdikli bir şey ağa denilen biri yaptırmış.

Lâdikli Ahmed Ağa.

Evet, ondan sonra o çeşmeyi biraz restore ettiler. Fakat o çeşme zaten süslü bir çeşmeymiş bir ara onun o süslü bazı parçalarını üstüne koymuşlar. Yani çatısına. Ben onun üzerine çıktım baktımdı. İşte mihrap parçalar filan vardı o zaman. Sonra işte bir takım belediyeye gidip gelen bazı kızlar vardı. Onların biri yeniden rölöve filan çizdi o çeşmeyi güya restore ettiler. Zaman zaman o çeşme akardı. Bir yerlerden yol bulur bir bakarsın şakır şakır akıyor. Sonra gene kuruttular filan ondan sonra o onun Namazgâhı vardı. Ondan sonra o Namazgâh çok sene evvel yok oldu ortadan. Hatta Namazgâh Taşı vardı.

Kıblegah taşı var orda hocam koymuşlar ama…

Ya o uydurma. İstiridye kabuğu şeklinde bir süslemesi vardı onun. Ondan sonra biraz gerideydi. Ve orada bir numaralı ev -altı kâgir üstü ahşaptır onun- bir ara eski eser sayıldı tescil edildi. Yani onun için pek değiştirilemez o ev. Zannediyorum işgal yıllarında orası İngilizlerin polis karakolu olmuş. Ve tam önünde bir boşluk var ya zeminde orada bir tane yuvarlak vardı. Bordür taşlardan yapılmış.

Orada yaşayan hanım bana geliyordu. Ben mimarlar odası başkanıyken geliyordu ve o fotoğrafları gördüm. Çok güzel bir yalıymış orası. Yerde böyle yürüme taşları filan vardı.

Efenim orda şey varmış ben görmedim onu hiçbir zaman yalnız o şeyin temeliydi. Avrupa da filan olan gazete köşkleri vardır ya gazete satılan yerler. Onun temeliymiş.

Tam yolun ağzındaydı.

Evet, İngilizler o yuvarlağın üzerine öyle bir köşk yapmışlar. Dergi, gazete filan satmak üzere. Onlar gittikten sonra o köşk ortadan kaldırılmış yalnız temeli kalmıştı. Böyle yuvarlak fakat onunda acı bir hatırası vardır. Bir hanım çocuğuyla beraber komşunun kızını da almış orada yürüyorlarmış o esnada bizim yokuşta freni kopan bir araç yukarıdan aşağıya bir iniyor ve o kızcağızı orada o temele yapıştırıp parçalıyor. Orada kanı uzun zaman görünürdü. Sonra onu söktüler ve o yuvarlak temel yok şimdi.

Karakol hane caddesinden tramvay geçtiğini hatırlıyorsunuz herhalde. Aşağıya iniyormuş hatta kışları kayar, devrilir filan diye de anlatır eskiler.

Evet.

Peki, hocam Ayrılık Çeşme Sokağını biliyorsunuz. Şimdi Kitaplarda yazar İngilizler geldikten ve işgalden sonra 1920’li yıllarda burayı bir ara genelev gibi kullanmışlar. Onula ilgili siz bir şey hatırlıyor musunuz?

Hayır, yalnız Kadıköy de Yeldeğirmeni’nin Paris Mahallesi diye bilinen bir yeri vardı.

İşte hocam o yüzden oraya Paris Mahallesi denirmiş galiba.

Yo hayır, ilerideydi o. İbrahim Ağa yolunda değildi de daha yukarıdaydı o.

Evet, hocam Ayrılık Çeşmesi Sokağıydı orası yani demir yolunun üstü.

Orda işte meşhurdu o ama biz çocukken tabiî ki oralardan geçmemiz mümkün değildi. Söylerlerdi duyardık ama oralardan hiçbir zaman geçmedik. Yalnız tam karakolu geçtikten sonra kısa ve demir yoluna doğru bir sokak vardı. Onun orada tam tren yolunun komşusu bir tane sinema yapıldı.

Anladım hocam orası Duatepe Sokak. Bir üstündeydi orası Özen sinemasıydı Yeldeğirmeni sineması diye de geçiyor.

Evet, Yeldeğirmeni sineması. Sonra orada artık dördüncü derecede filmler filan oynardı. Ondan sonra zemini filan tahtaydı galiba ondan sonra girerdik. On kuruşa bileti vardı onun. Ondan sonra başlardık tepinmeye başlamadığı taktirde. Başlar mısın başlayalım mı diye bağıra bağıra ondan sonra zaten bir uyduruk sinemada aşağıda Kuşdilinde vardı.

Hangarda.

Evet, sonrada Tramvay müzesi filan yaptılar bir ara.

Yeldeğirmeni sinemasına o gittiğiniz zamanlar elektrik var mıydı?

Vardı tam bilmiyorum ama yani biz gittik ve giderdik oraya. Ondan sonra fakat bizim sokaklar o düz sokak denilen o sokakta nedense itibarlı bir sokakmış o. Bu nedenle orada gaz lambası vardı. E yani sokağı aydınlatması için tam köşe başında birde aşağıya doğru giden yolun yanından giden bir yol vardı. Ondan sonra İbrahim Ağa caddesine inen o köşede bir gaz lambası için bir delik vardı. Onu her akşam elinde meşalesi olan ve devamlı yanan bir sopası olan adam gelir onun yerden kapağını açar ondan sonra fitilini oradan yakar ondan sonra kapağını kapatır giderdi. Hava gazı bulunduğu müddetçe o adam muntazam geldi gitti. Daha sonra orayı iptal ettiler.

Sizine evlerde hava gazı vardı değil mi?

Bizim evde vardı mesela. Birinci katta vardı hava gazı fakat üst katlarda yoktu. Oralarda lamba filan kullanılırdı. Sonra eve elektrik geldiğinde herkes dıştan hatlar döşediler. Bütün evler yapılmış böyle uyguladılar.

Sıva üstü denilen şekilde.

Evet.

Hocam Haydarpaşa’da Haydar Baba yatır’ı vardı. Sizin yazınızda okuduğuma göre esasında orada Haydar Baba değil Lahuti Mahmut Baba yatıyormuş. Fakat demir yolcuları gidip gelirken Haydar Baba diye oraya el sallarlar, dua ederlermiş bu şekilde adı Haydar Baba diye kaldı şeklinde yazmıştınız galiba öyle değil mi?

Valla ben öyle öğrendim öyle biliyorum yani daha fazlada bilmiyorum. Daha sonra birde oraya kocaman bir camii yaptılar. O tamamen yeni ve evveliyatı yok onun.

Bende aynı fikirdeyim orada önceleri hiçbir şekilde cami filan yoktu. Ama orada eskiden cami vardı diye de yazmışlar.

Ona bende şaştım. O hiçbir zaman yoktu. Çünkü biz genellikle daha yakın yerdi ve oradan Haydarpaşa’dan vapura binerdik İstanbul’a gitmek için ve oradan da çıkardık. Yalnız orada ufacık bir yerleşim yeri de vardı tam o caddenin köşesinde. Birde daha çok orada bakkallar filanda vardı. Ayrıca takaların, Karadeniz’den gelen takaların İstanbul da demirleme yerleri orasıydı.

Haydarpaşa deresinin ağzımı hocam? Et Balık Kurumu var orada.

Evet, orda vagon atölyesi vardı geride çayırlara doğru. Ondan sonra orada ufak bir yer yerleşim yeri vardı.

Bomonti Bira Bahçesi de önce oralardaymış galiba?

Onu ben görmedim hiçbir zaman.

4. Bölüm sonu. Devam edecek.



Zaten daha sonra oraya taşınmış o. Peki hocam siz Kadıköy mü Kadıköy’ü mü dersiniz?

Kadıköy’ü (Gülüşmeler) Bunu ısrarla her yerde de söylüyorum.

Bilerek söylüyorum hocam kızdığınız bir konu çünkü.

Rum şivesine göre ‘Kadiköy’ diye incelterek söylüyorlar olmaz efenim. Doğrusu Kadıköy’üdür. Fatih’in İstanbul’u fethettiğinde tayin ettiği ilk kadıya –Hızır Bey Çelebi- ilk temlik edildiği arazidir o köy. İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey’e verilmiştir. Hızır Bey’e dair kitaplar filanda yazıldı. Rahmetli Süheyl Ünver yazdıydı. Onun üzerine adı da Kadıköy’ü dür. Kadiköy değil. (Gülüşmeler) Onun münakaşasını yaparım ben yani kızarım Kadiköy diyenlere.

Kadının köyü yani o anlamda.

Evet, bazen görüyorum yer isimleri öyle deforme edilmiş.

Kadıköy dolduruldu orası. Yani aslında ben size şeyi soracaktım rahmetli Haydar Kazgan hocayla da Moda’da evine gidip orada böyle sohbet etmiştim o orada okumuş postanenin olduğu yerde İtalyan Okulu varmış daha önce. Erkek İtalyan Okulu. Kız İtalyan Okulu ise hemen sokağın üstünde Sular İdaresi yapıldı bir ara orasıymış. O PTT’nin olduğu yerdeki o İtalyan Okulu binası o bina yıkılıp da mı PTT yapıldı yoksa o bina arada bir tamir edile edilemi PTT binası oldu?

Valla pek binalar yıkılıp ta yeniden yapıldığı pek olmazdı o zamanlar.

Ben ayrı bir bina diye sordum yani tadilat yapıla yapıla o hale sokulmuştur. Tabi şimdi oda yıkıldı. Hocam biraz Kadıköy çarşısından bahseder misiniz?

Valla o çarşı orada zamanla teşekkül etmişti. Ondan sonra balıkçılara ait bir kısmı vardı. Oranın işte çeşitli manavı ve satıcıları vardı. Oralarda her yol bir satıcıya aşağı yukarı tahsis edilmiş gibiydi. Onun üzerine kocaman bir para geçti bir yerlerden eline belediyenin. Kocamanda bir hal binası yaptılar. Bir İtalyan mimara havale edildi o. Hatta levhası onun denize bakan cephenin üstünde vardır. Orada o hal’i yapan mimarın mermere yazılmış ismi vardır. Ondan sonra bu hal binası yapıldı ve bitti.

1930’larda mı yapıldı hocam orası?

Evet, odan sonra işte balıkçılara kiraya verilmeye mecbur edildi. Bütün ta o yuvarlak balık tezgâhlarıyla deniz taraflarını onlara verdiler. Denize bakan tarafları. Yan taraflara da işte meyve satanlar bilmem ne satanlar falan. Fakat pek memnun kalmadılar o kendilerine verilen yerlerden. Bunun üzerine o zamanlar şiddetli lodoslar olduğunda dalgalar sokağı aşıp o dükkânlara geliyordu. Onun üzerine gene böyle bir lodos fırtınası oldu. Ne tabla kaldı ne balıklar kaldı ne bir şey. Her şeyi sürüklediler götürdü dalgalar. Fena halde kızan balıkçılarda topladıkları gibi balıklarını, tablalarını eski yerlerine, tekrar çarşının içine geri gittiler. Onun üzerine kimse bir daha itiraz edemedi. Uzun zaman metruk durdu o hal binası. Ondan sonra durdu durdu yok belediye mezarlıklar müdürlüğü yok havagazı müdürlüğü yok elektrik müdürlüğü falan göz göz çeşitli müesseselere verildi.

Hanın idaresi de bir ara oradaydı hocam. Çünkü Mimarım ve Proje için kanal tasdik ettirmeye giderdik oraya.

Evet, sonra şu oldu tıkandı. Sonra yani öylesine çalışmışlar ki evlerinin akan kanalizasyonlarını tıkamışlar. E tabi bir müddet sonra bütün evlerin tıkanıyor. Orada da 2-3 tane lağımcıda oturmuşlar müşteri bekliyorlar. Gidiyorlar ve ‘Sen yaptıramasın bunun muamelesini’ diyorlar. ‘Bırak, biz sana onu bir günde teslim ederiz’ diyorlar. Ondan sonra ’Yok efendim kanuni çalışacağım ben’ diyor. Ondan sonra tekrar ‘Sen bilirsin ama yapamasın’ diyorlardı. Hakikaten yapılamıyordu. Bir yere takılıyor kalıyor. Efendim itfaiye müdürlüğüne müracaat edilecek ve itfaiye gelecek ve o sokağın itfaiyenin hareketine zararlı olmadığının raporu verilecek.

Bürokrasi hep var yani?

Evet, Onun üzerine ben defaatla gittim oraya ondan sonra baktım herifler dediği gibi oldu hakikaten ‘Ağabey sana söyledik yapamasın’ dediler. Hakikaten o da baktı olacak gibi değil ‘Hadi gelin bakayım’ dedi. Herifler hakikaten bir günde açtılar sokağı. Evin önüne bir tane taş koymuşlar lağımı da tıkamışlar. Onu bende gördüm. Ondan sonra o taşı aldıktan sonra harr diye boşaldı şey. Ve ondan sonra evden gelen mecra... Neyse onun üzerine anlaşıldı. Diğer evlerde de aşağı yukarı aynı şey oldu herhalde.

Peki hocam balıkçılar o hal binasının deniz tarafındaki cephesinin önündeydi

Evet

O bina da U şeklindeydi ve o binanın üst tarafındaki içinde de manavlar filan vardı değil mi hocam?

Evet.

Epey de gitti orası öyle devam etti.

Evet, sonra ahşaptan bir tane itfaiye hangarı vardı. Geride düzlük var ya boşluk işte orada. Ondan sonra onu da yıktılar ve onun sol tarafına cepheye itfaiye yerleşti. Ondan sonra tiyatroyu yaptılar ama onlar çok sonradan çıkma şeylerdi.

Konservatuar vardı bir ara. Benim oğlum da oraya gidiyordu. Oda kaktı şimdi. Birde onun tam karşısında yani çarşıya doğru tam karşısında hatta 1905 planlarında bile İtalyan bir bina vardı orada ve altında bir kahve vardı bir ara. Bir bina vardı ve o arada İtalyan restoranı vardı.

Diğer Katılımcı: Singer’in olduğu yer değil mi?

Singer o binanın altında mıydı?

Diğer Katılımcı: Evet.

2-3 katlı bir bina ve oda bir İtalyan binasıdır.

Onu bilmiyorum.

Singer oradaydı o zaman sizin dediğiniz hocam.

Tek bir bina vardı o zaman ve bir kısmı singerdi. Bir tane de ne asıllı bilmiyorum ama Yahudi miydi neydi bir saatçi vardı yani beri tarafta alt katta.

İskele Caminin tarafında.

Evet, caminin tarafında bir saatçi çalışırdı. Uzun yıllar oranın belli başlı saatçisi oydu. Saat tamircisiydi. Ondan sonra yanına doğru bir dükkân daha vardı ama ne dükkânıydı hatırlamıyorum. İki dükkândı zaten onlar Ama biri saatçi biri de başka bir şeydi. Ondan sonra singer de öbür tarafıydı ve zannediyorum Ermenilere aitti o bina hatırımda kaldığına göre. Ondan sonra şeyde Ermenilerindi. O bostancı otobüslerinin ve tramvaylarının durduğu durağın arkasındaki yamaç. Orada biliyorsun Ermenilerin bir de kilisesi vardır.

Altıyol’u mu diyorsunuz?

Altıyoldu evet. Aşağı kadar şahane Ermenilerin mezar abideleri vardı ama harikuladeydiler. Ondan sonra söktüler hepsini gitti.

Oradan lahitler filan da çıktı yolu genişletirken.

O çıkan lahitler Antik devire aittir. Yalnız ben ısrarla birçok belediye işlerine başvurdum. O Kadıköy’de yegânedir. Biraz müzeyyen ve barok üslupta da üçlü çeşmesi vardı. Biliyorsunuz o ana caddedeydi ve o çeşmeyi söktüler ve yan sokağa aldılardı. Orada da berbat ediyorlardı çöpçüler filan.

Halid Ağa çeşmesini diyorsunuz. O çeşme bir caddenin üzerindeymiş.

Evet, yanında karakol vardı. Biliyorsunuz Sultan Mahmut zamanında yapılan karakollar Avrupai birliğin muadilidir. Ünlü sütunları filan vardır böyle. Ondan sonra hemen hemen bütün Türkiye’nin her tarafında karakollarda öyle yapılmıştır. Orada da öyle bir karakol vardı. Onu da yıktılar. Hatta en son inzibat karakoluydu. Ondan sonra o çeşmeyi de yan tarafa aldılar. Ben kaç defa söyledim o çeşmeyi oraya götüreceğinize ermeni arazisinin önüne, durağa nakledin filan dedim. Kimse kulak asmadı. Bak mesela Babaoğul Çeşmesini aldılar. O Babaoğul Çeşmesi Acıbadem yolundaydı ve onun yerine kalmıştı o ve onu oraya aldılar. Yani onu ortaya çıkarmışlardı. Ve bunu da pekâlâ alabilirlerdi.

Baboğul Çeşmesini caddeden mi aldılar oraya hocam?

Evet, biraz daha gerideydi o. Ondan sonra dedim ya bunu da bir yere almak lazım. Şu evlerin arasında kaybolacak o. Yalnız oradaki evlerden bir tanesi, mimarisi filan farklıdır onun.

Hangisini diyorsunuz?

Tam tren hattının üstünde olan bir tane kagir bir ev vardır. O ev Haydarpaşa garının yapımında çalışan bir Almanın öz evidir o.

Şimdi çok merak etiğim bir evi anlatıyorsunuz hocam. Halitağa caddesinden dönen yoldan gelirken solda köprünün yanındaki o ev benim çok merak ettiğim bir evdir. Peki, Bay Hügnen’in evimi orası?

Haydarpaşa Genel Müdürü Alman Olan mı?

Hayır hayır Hügnen’in evi Bostancıdaydı.

5. Bölüm Sonu. Devam edecek.



O ev Haydarpaşa Müdürünün evi Hügnen’in diye bana söylerlerdi.

Hügnen değil. Babasının adı neydi bilmiyorum ama bir İzera diye bir kız vardı onun babasının eviydi. Hatta kızın kendisi vardı evde. Babamın eviydi dedi. O kızda sonra bir İsveçliyle evlenmiş. Gitti. Bir ara açtık televizyonda Dalanla bizim böyle bir konuşmamızı göstermiş televizyonda İsveçliler. Onun üzerine kızda hatırlamış bana oradan hatırlamış bana İsveç’ten bir mektup yazdı. Sonra geleceğim Türkiye’ye dedi ve sizinle bir görüşelim filan dedi. Geldi işte onun üzerine anlatırken birde benim dedi çocukluğum dedi orada babamın evinde geçti dedi. Hangi ev dedim filan. O evi gösterdi babamın evi dedi babam yaptırdı bu evi dedi.

Peki babası kim dedi?

Valla ismini söylemedi yani sorulabilirdi kendisine.

Babası garda müdürlük mü yapmış?

Valla bir şeymiş ama neci olduğunu söylemedi bana.

Yani garın inşaatında veyahut işte gar yapılırken Alman idaresinde o zaman yapılmış bir şeydi o.

Diğer Katılımcı : Benim hatırladığım sorumlu mühendisi almandır.

Almanların bir mühendisi o zaman yani bir Alman mühendis. Bir garın inşasında çalışan bir alman yetkili.

Zaten istasyonlarda farkındaysanız eğer tam Almanya’daki küçük köy istasyonlarının bir benzeridir. O Haydarpaşa’dan itibaren epey mesafeye kadar tipik alman istasyonlarıdır.

Alman mı Fransız mı hocam daha çok?

Alman Efendim. O devirde Fransızların pek esamisi okunmuyor bizde. Daha çok Almanlarla haşır neşiriz. Şeyde var işte mesela Haydarpaşa garına tarihi yazar almışlar ve gara dair dergi çıkarmışlardı bir ara. Yataklı vagonlara her sayısı ufak masa var ya onun üstüne konurdu. Bende o zaman sık sık Ankara’ya gidiyordum. Haydarpaşa Garının da tarihini yazmışlar. Tabi hiç o 1917 yangınının adı bile geçmiyor. Tabi ki bende bir fotoğrafı var o yangının ondan sonra simsiyah dumanlar içinde alev alev yanıyor gar.

O yazınızı biliyorum bir fotoğraf vardı yazınızın içinde.

Evet, bir fotoğraf var işte ve onun üzerine işte şeye kadar aşağı yukarı 1932-33’lere kadar o yangın haliyle de kaldı o Gar.

Sonra Proje yarışması yapılmıştı hocam.

Sonra bir türü çalışmaya başlamadılar ama daha sonra başladılar ve dış mimarideki eksikleri aynen tamamlamaya. Ondan sonra pencereleri mesela söveleri kenarları tamamen kavrulmuştu ve onları filan aynen eskisi gibi yaparak düzelttiler. Sonra çatıdaki kuleler var ya iki yanda o kuleler eksikti, yanıktı yok olmuştu. Onları yeniden yaptılar aynen fotoğraflarda olduğu gibi filan. Ondan sonra mimari tamam oldu. Ondan sonra Atatürk’te oradan gelirdi. Biliyorsunuz onun meşhur bir beyaz treni vardı. Ondan sonra yan tarafta bir tane kör hat yaptılar. Atatürk geldikten sonra treni ve vagonları oraya çekerlerdi.

Deniz tarafında değil mi hocam?

Evet, parmaklıklar var onu yanında şey işte yaya geçidi var. O yere Atatürk’ün beyaz trenini ve vagonlarını oraya çekerlerdi. Hata beni bir tanıdık çıktıydı ve ben sana o vagonları göstereyim sana dedi. Götürdü beni ve çocuktum bende. Öyle şeylere de tabi meraklıydım. O vagonların içlerini filan da gördümdü.

Ve lokanta yapılmadı. Ondan sonra açılmadı yani ondan sonra oraya zaten o hattı da yaptılar Atatürk’ün beyaz tren vagonları oraya alındı. Ondan sonra işte o zamandan bu zamana kullanılıyor. Daha sonra 1940’lardan sonra biraz daha dış süslemesinde filan eksikler vardı yangında yok olan. Onlarda aynen yapıldı yerlerine takıldıydı. Ondan sonra saat işler hale getirildi. İmzalı bir tane şey vardır ya hani bir saat vardır. Çok usta dediler o adam bilmem ne dediler ve onun üzerine bendede antika bir saat vardı Avrupa’dan almıştım o tarihlerde ondan sonra işte Çemberlitaş’ta o adamın dükkânı vardı.

Çemberlitaş’ta Şemmi Ustaydı.

Evet Şemmi Usta. Neyse gittim ondan sonra dedim işte siz gazetede methettiler filan şu dedim benim saati bir açar mısınız, bakar mısınız filan. Ondan sonra saati verdim. Adam oradan bir tane çakı aldı saati zorluyor açmaya. Bırak dedim (Gülüşmeler) Saate çakı sürülür mü yahu?. Ondan sonra vazgeçtim meşhur ustaya gitmekten.

6. Bölümün Sonu. Devam edecek.



Yeldeğirmeni’nde de Saint Louis ilkokulunun karşısındaki kilisenin çan kulesi vardır. Onu Zilciyan Usta dökmüş. O zamanın meşhur ustalarındanmış. Peki hocam o dediğiniz yerdeki Alman mühendise ait olan, Halitağa Caddesinin sonunda, tren yolunun kenarındaki ev. Ben Yeldeğirmeni’nde büyüdüm. O eve hayran olurdum çocukluğumda hakikaten. Bahçesinde çok güzel bir süs havuzu vardı. Öyle seyrederdim. Çok hayran olurdum çocukluğumda. Şimdi otopark oldu orası. Ev duruyor da bahçesi otopark oldu.

Ondan sonra bize işte o zaman 1942-1943 yıllarıydı. Bize de Alman profesörler geliyordu edebiyat fakültesine. O zaman işte Avusturyalı bir profesöre sanat tarihi dersi verdiriyorlar. Ondan sonra o adamcağız ders verirken Almanca tabi konuşuyor asistanı Türkçeye çeviriyor. Bende o zaman talebeyim. Onun üzerine şey yaptılar. Sonra o adamların hepsini Yozgat’a, Kırşehir’e sürgün ettiler. Kontratla alınmış hocalardı bunlar. O kız da işte kalmış burada babasıyla birlikte. Ondan sonra bende sanat tarihçisi olduğum için o kızla aynı sınıfta karşılaşmıştık. Fakat yani bizim fakülteye gelip gittiğinde hiçbir zaman ahbaplık etmedik sonra işte bizi televizyonda görmüş Dalan’la beraber olan konuşmamızı. Onun üzerine şey yaptı mektup yazdı şeyden İsveç’ten. ’Ben Türkiye’ye geleceğim sizinle de görüşmek isterim’ falan diye. Sonra işte görüştüğümüzde ‘Babam dedi orada görevliydi’ dedi ama görevi neydi bilmiyorum. Ondan sonra şeyin dedi ’Hatta’ dedi ‘Tren hattının yanında’ dedi ‘Köprünün başında’ dedi bir evimiz vardı dedi ’Hala durur o ev’ dedi ‘Geçen gün gittim baktım’ dedi o kız.

Yaa evet. Hala daha duruyor ama işte orası otopark alanı oldu hocam şimdi. Çok güzel bahçesi vardı ben bayılırdım oraya.

Velhasıl işte böyle Kadıköy’ün tarihi ile ilgili bazı şeyler.

Kadıköy’de Moda’da oturmadınız değil mi?

Yo hayır Moda’da hiç oturmadım. Ondan sonra işte şey yaptık babam rahmetli bu deniz kıyısında bir arsa kalmıştı zaten ondan sonra orayı aldı. Bir iki sene öyle durdu. Etrafına duvar çevrilmiş fakat içi boştu. Ondan sonra işte inşaata girişti. Ondan sonra garip bir teknik kullanıldı bilmem ne filan neyse uzun sürdü tabii iş filan. Ondan sonra işte geçen sene nihayet harabe haline geldi bina. Çünkü hisseli tabi ağabeyimin oğlunundu.

Diğer katılımcı: Celal Paşamı efendim ağabeyiniz?

Hayır hayır, Celal Paşa amcamın oğlu. Onların yalısı da biraz daha aşağıda. Suadiye’ye doğru. Ondan sonra Celal Paşanın büyük oğlu, birde küçüğü vardı Şahap. Ondan sonra babamın da iki oğlu vardı. Biri ağabeyim biride zaten ben. Ondan sonra fakat bizim soydan da bir ben kaldım. Celal Paşa da vefat etti. Ondan sonra başka da artık pek kimse yok. Celal Paşanın bir oğlu var ama yüzünü bile gördüğüm yok. Oda bahriyeliydi. Mühendisti o.

Diğer katılımcı: Ahmet mi efendim?

Ahmet’ti evet. Ondan sonra pek karşılaştığım yoktu. Ondan sonra birkaç defa ben Anıtlar Kurulundayken ricacı olarak geldi. Arkadaşlarına bilmem kimin filan nerede evi varmış filan amca filan şunu şey yapıver halediver gibi filan ricaya geldi. Ondan sonra ama ben Kuruldan ayrıldıktan sonra birçok dostlar kayboldu ortadan. (Gülüşmeler) Ufağı eve geldi bir defa oraya Kurula geldi. Ben Kurulla ilişkimi kesince tamam, bitti. (Gülüşmeler). Akrabalıkta bitti dostlukta bitti.

Diğer katılımcı. Efendim babanızın Deniz Harp Okulu çıkışı hangi yıl?

Efendim Onu ben şeyde buldumdu. Deniz Harp Okulu Tarihçesinde iki cilt kitap vardır Bahriyenin. Orada senelere göre sınıf 3. olarak gözüküyor.

Diğer katılımcı: Evet hocam.

Ondan sonra ona çok kızardı O. Sebebi de birinciyi şey yapmışlar o zaman ki Bahriye Nazırının oğlunu. Var ya o adettir o. Askerde bakarsınız. Bende İstihkâm Okulunda şey yaptım Yedek Subay Okulu olarak gittim. Ondan sonra bizde de saat verilir ya birinciye. Kime verildi biliyor musunuz? Ne kadar düşünseniz bulamazsınız. Tamamen mühendislikle ilgilidir şey biliyorsunuz. İstihkâm. Köprüler filan bilmem neler yani. Neyse ondan sonra iki kardeş vardı Sirkeci’de. Avukatlık büroları var hatta şey bir ara Menderes’inde şeyi olduydu.

Diğer katılımcı. Burhan Apaydınlar.

Evet Apaydınlar. Onların bir tanesine verildi. (Gülüşmeler) Alakası yok yani. Şimdi o kadar mühendis hatta doktora yapmış mühendisler bile var aramızda. Ben sanat tarihçisiydim ve beni de istihkâma verdiler ama ben arka plandaydım. Fakat doğrudan doğruya mühendisliği öğrenmiş olan arkadaşlar vardı onların hiçbiri alamıyor ondan sonra Apaydınlar alıyor. Ve bu olay da yani 1950’lerden sonra..

Doğru Hocam.

Hoş oradaki subay binbaşıydı sonra albaylıktan emekli olmuş. Dost olduk ama söylemedim kendisine. Şeydeydi evi Caddebostan taraflarındaydı, orada oturuyordu. Ondan sonra bize hizmet eden kadın onlara da gidiyormuş. Oradan tekrar dostluk kuruldu. Hemen hemen her cumartesi pazar bana bir uğrardı. Birde hoşuna giderdi derdi ki ’Bey’ derdi ‘Politika konuşmadık’ derdi.

Evet, politika konuşmadan.. Şimdi bizim sohbetimizde öyle. Onun için güzel oluyor sohbetimiz, boş verin hocam.

Sonra adamcağız hastalandı falan sonra vefat etti.

Hocam sizin zamanınızda Kadıköy nüfusu herhalde 20 – 30 bin miydi? 100 bin yoktu herhalde hocam?

Valla bilmiyorum nüfusu ama işte tabi sonra çok arttı. Oradaki şeylerde birtakım mahalleler vardı, köyler vardı onlarda Kadıköylülerle kaynaştı onun için bilmiyorum ne oldu.

Yani şimdi Kadıköy dediğimiz zaman işte Yeldeğirmeni, Kadıköy çarşısının olduğu yer, Moda. Yani esas Kadıköy orasıydı. En fazla Kızıltoprak’a kadar. Ondan sonrası zaten sayfiye eviydi tamamen. Aslında Hocam birde Yeldeğirmeni de sayfiye evi olarak kullanılıyormuş. Yani mesela bazı eski evler var orada. Mesela Eyüp’ten sayfiyeye geliyorlarmış zamanında oraya.

Evet.

Sonra yerleşmişler. Yani Kadıköyü’nün yerleşim olarak kullanılan yeri Yeldeğirmeni, Moda, Kadıköy Merkez, biraz şeye kadar Yoğurtçu filan sonra Kızıltoprak’a kadar.

Evet. Valla işte Kadıköy’ü aslında bilmiyorum yani o kadar kitaplar yazıldı bilmem ne yapıldı filan ama bir koruyucu kararlarda alınamadı hiçbir zaman.

Evet, hocam o konudaki fikirlerinizi öğrenebilir miyiz lütfen. Yani koruma anlamında?

Evet, yani bazı özelliklerin yaşatılması gerekirdi fakat hiçbir şey yapılmadı. Öyle gitti ve sonra şeyi belirteyim şey mesela ne bileyim birçok böyle mahallenin tarihleri kitap halinde yazıldı şu 10 sene içinde. Mesela Beykoz’u tutun ondan sonra karşı tarafta Rumeli yakasında bazı mahaller filan. Fakat Kadıköy’ün o kadar kültürlü halkı varken o kadar insanlar varken doğru dürüst bir şey yazılmadı hiç. Var ufak tefek şeyler ama yalan yanlış bilgiler veriliyor.

İşte hocam bizim Yeldeğirmeni ve Haydarpaşa için ben soyundum bu işe. Onları yazmaya çalıştım. Şimdi biraz daha geliştiriyorum kitapları ve yeniden baskı yapacağız. O anlamda başka semtleri de yazmak istiyorum. Araştırmalar yapıyorum.

Şimdi efendim Kadıköyü’nün bir enteresan tarafı, oranın bir tane Azizesi var. Azize Euphemia.

Evet Euphemia hocam.

Bu aşağı yukarı Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında yaşamış ondan sonra şey işte inancı yüzünden öldürülmüş diyorlar. Ondan sonra orada herhalde adına yapılmış bir kilise varmış.

Kaynaklarda var evet.

Evet, kaynaklar söylüyor onu. Ondan sonra büyük bir bazilika şeklinde büyük bir bina avlusu varmış bilmem ne varmış. Orda öyle bir kilisenin kalıntısı da yok izi de yok. Yani bir türlü tespit edilemiyor onlar. Bazıları Euphemia adına bir dini toplantı yapmışlardır. Bir Konsil. O Konsil’in 500’üncü yıl dönümü diye bir tören yapıldı Avrupa’da. Ondan sonra o şeyde kitaplar filanda yazıldı Euphemia ile ilgili gene dini mahiyette.

Gerekli arkeolojik mahiyette kitaplar yazıldı. Bazıları çıktılar şey dediler Azizenin Kilisesi Haydarpaşa’ya doğru oradaki buruna doğruydu dediler ama onun öyle olması imkânsız zaten Haydarpaşa’nın olduğu yer dolgu zaten. Ondan sonra bazıları ise işte Yeldeğirmeni dediler. O, tepede yüksekte dediler. Ondan sonra falan orada bir kalıntı filan yok.

7. Bölümün sonu. Devam edecek.



O İbrahimağa ve Koşuyoluna doğru düzlükte değil mi?

Bir takım fikirler ortaya atıldı ama belirli bir kalıntı çıkmadı konamadı ortaya çıkmadı.

Hatta Euphemia’nın kemiklerini galiba götürmüşler.

Efendim Sasaniler Bizans’ı tehdit ederken şeye kadar geliyorlar. Deniz kıyısına Kadıköyü’ne kadar geliyorlar. Ama o zaman Bizanslıların da korkusu bununda kutsal eşyasına, kalıntılarını, kemiklerini vesaireyi alırlar götürürler düşüncesiydi. Tahrip ederler korkusu da var. Onun için gene böyle Sasanilerin Anadolu’da batıya doğru ilerledikleri bir sırada bunlarda yine korkuyla Euphemia’nın nesi varsa kilisesinde topluyorlar onları İstanbul tarafında surların içindeki bir kiliseye koyuyorlar. O kilisede mahiyeti pek anlaşılmıyor.

Belki bir hamamın parçası, belki başka bir şey bir yuvarlak bina var Ayasofya’nın tam önünde. Adliye Sarayının hizasında harabeleri durur. Ondan sonra o binaya götürüyorlar koyuyorlar. Ondan sonra orası onun türbesi oluyor. Martyiron oluyor. Yani şehitlik demektir Martyiron. Ondan sonra onun kutsal eşyasının muhafaza edildiği yer. Fakat orada ne kadar kaldığını bilmiyoruz.

Fetihten sonra orası baruthane oluyor ve 1492 tarihinde yani Fatihten ve fetihten pek az sonra bir yıldırım düşüyor. Korkunç bir kasırga oluyor İstanbul’da. Ve bu yıldırım tam Euphemia Kilisesinin tam tepesine düşüyor ve muazzam bir patlama oluyor ve bu patlama neticesinde de barutlar tabi hepsi ateş alıyor. Bizim tarihçilerin birinin yazdığına göre bu kilisenin yuvarlak bir bina olduğu için ortasındaki kubbe tencere kapağı gibi komple bir vaziyette yerinden kopuyor. Havada uçuyor. Ondan sonra Kabataş önlerinde denize düşüyor. Ve şeyde de uzun müddette denizde bunun üstü görünüyor. Hatta orada yalısı olan bir kişi varmış ondan sonra o bu kısmen görülen bu kalıntıya bir şekil vererek yalısının önünde onu iskele gibi filan kullanıyor. Sonra oda kayboluyor denizin dibine gidiyor. Ondan sonra Euphemia’nın olduğu yere de Nuruosmaniye Cami yapılırken topraktan çıkan molozu oraya döküyorlar. Orası komple toprak oluyor. Ancak orası 1938 - 1939 yıllarında büyük harp yani ikinci harp çıkmadan az önce Alman Arkeoloji enstitüsü orada kazı yaptı.

Ondan sonra kilise gerçekten kubbesi yok fakat alt duvarların hepsi mevcut olarak çıktı ortaya. Duvarlarında fresko resimler filan vardı. Ondan sonra hatta büyük bir neşriyat yapmak istediler onun için. Renkli resimleri çekildi o freskoların. Ondan sonra derken işte Alman Arkeoloji Enstitüsünde kapattılar. İngilizlerin baskısı ile kapatmak zorunda kaldılar. Ondan sonra hatta bütün personeli dahi Almanya’ya geri yolladılar. Kapısına kilit vuruldu. Hatta biraz zorlasalar el koyacaklardı. Onu yapamadılar ama ondan sonra bizim hükümet biraz direndi. Bizim üniversitede de direndi. O kütüphaneyi bozulmadan elde tutmak için. Ondan sonra gittikçe o kütüphane ancak 1945-1946 yıllarına doğru filan tekrar açılabildi.

Bir süre bizim edebiyat fakültesinin idaresi altında, bir sürede sonra Almanlar gelmeye başladı. Onlara teslim edildi. Şimdide faal bir vaziyette yürüyor. Yani diyeceğim bu. Fakat daha onun üzerine tabi tamamlayamadılar o araştırmalarını. Çünkü bina bir on sene kadar metruk bir vaziyette orada. Oyun yeri olduğundan çocukların berbat bir hale gelmişti tekrar. Onun üzerine o freskolar filanda tahrip edildi. Ondan sonra almanca iki cilt Euphemia Martyrion’un kazısı diye kitap yazdılar. Fakat başka bir çalışma yapılmadı. Yalnız Euphemia’nın kemiklerinden bir tanesi mi iki tanesi mi ne altın bir muhafazanın içinde Patrikhane Kilisesinde duruyor. Fenerde Patrikhane Kilisesi var ya orada duruyor. Ondan sonra orada muhafaza ediliyor.

Ben yurtdışına götürmüşler diye okumuştum.

Yok yok yurtdışına giden bazı şeyler var ama onlar burada yani. Patrikhanede. Mesela birde bizim bulduğumuz şeyler var. Mesela Yahya diye bizim İslamiyet’ten şey yaptığımız Yuhannes vardır. İsa’yı vaftiz yapmıştır. Onun mesela bir kol kemiği vardır. Altın bir muhafaza içindedir. Fakat o şimdi sarayda Topkapı Sarayında. Fakat onun da o bulunduğu yer adına kiliseler filan olmasına rağmen kendi binası filan değil, Rodos’ta bulunmuş.

Rodos’u fethettiğimizde orda bir kilisede bulmuşlar bizimkiler. Almışlar, getirmişler. Ondan sonra burada muhafaza ediliyor. Ondan sonra saraya intikal etti. Sarayda kutsal eşyalar arasına onu da koydular ama bize ait bir kutsal eşya değil.

Kadıköy İskelesi ve Şehremaneti binasıyla ilgili neler söylersiniz?

Valla o yapı temelinden itibaren yani bugün gördüğünüz yapı temelinden itibaren deniz tesislerine göre yapılmıştır. Hatta deniz tarafından bakarsanız eğer, İskelenin kuleleri vardır iki yanında çatıda. Kuleleri vardır ve kulelerin üzerinde o zaman Kütahya’ya ısmarlamışlar. O zamanki Deniz Yollarının çiniden armasını yapmışlar. Ondan sonra o arma kaldırıldı diye çekiçle kırmışlardır. Bizim o merakımız da vardır malum ya. Hani kitabeleri medreseleri mesela o Çayır Deresinin bir köprüsü vardı tek gözlü şimdi yok o köprü.

Taş Köprü hocam yukarıdaki.

Evet, şimdi işte tam Kadıköy Haydarpaşa’dan dönerken virajda bir dere vardır ya. O derenin bir tek gözlü bir de köprü vardı üzerinde. Abdülhamid zamanında yapılmış. Üzerinden mermerden bir tane de kitabe koymuşlardı. Ondan sonra insan boyunda yani yerden pek yüksekte değil. Öyle uzun bir kitabe. Kadıköy kaymakamı beyin işi gücü yok ondan sonra o kitabedeki tamamını değil Abdülhamid’in adı olan yeri takır takır, takır takır kırdırmış. O isim okunulmuyor. İşte manasız bir şey. Ama bazı kitabeleri komple kazımışlardır. Kadıköy’de mesela o Halid Ağa Çeşmesinin kitabesi de kazınmıştır. Bir çeşmesi de Halid Ağa’nın eski Verem Hastanesinin veya sonra ki Sağlık Müdürlüğünün cephesindedir. Yani bahçe duvarının dışındadır. Şimdi toprağa gömülü o.

Hangi Verem hastanesi Hocam?

Şeydeki canım işte. Ona İntaniye Hastanesi derlerdi. Tek başına bir binadır. Demir yolunun tam üstünde.

Hocam o binanın orası Verem Hastanesi miydi?

Öyleydi.

İntaniye hastanesi olarak biliyordum.

Öyleydi ama sonra isim değiştirdi sonra bir ara Sağlık Müdürlüğü oldu.

Şimdi Diş Hastanesi oldu galiba şu arlar.

Bilmiyorum ne yapıldığını.

Verem Hastanesi İntaniyeden sonra mı oldu?

Valla bir ara İntaniye Hastanesi diye ben bilirim. Sonra Verem Hastanesi oldu. Sonra işte çeşitli şeylerden geçti. Sonra hatta dedim ya burada veremliler büsbütün hasta olur filan burada dedim.

Trenlerin dumanı var o zaman kömür yakıyorlar.

Evet, birisi dedi ki efendim dedi rivayete göre dedi. Lokomotiflerin dedi dumanı dedi şeye iyi geliyormuş dedi. Öksürüğe dedi. Valla bilmiyorum aklımın erdiği bir şey değil ama pek inanılacak bir şeyde değil bu yani.(Gülüşmeler)

Yani Halid Ağa çeşmesinin şeyi orada mı?

Valla bilmiyorum ama bir çeşmesi de orada. Duvarın önünden geçerken göreceksiniz. Gömülmüş vaziyette yalnız. Kitabesine kadar toprağa gömdüler. Toprağın seviyesini yükselttiler orada.

Anladım çeşme orada.

Çeşme orda ama çeşme artık yok ortada. Yalnız kemeriyle kitabesi var ortada görülebilen.

8. Bölümün sonu. Devam edecek.



Doğru söylüyorsunuz. Halid Ağa. Bir de o Haydarpaşa çayırında çeşme yapmış diye okumuştum da nerde olduğunu merak ediyordum. Şehremaneti Binası, Kadıköy’deki onun mimarı kimdi hocam?

Efenim o işte o devirde mimar Kemalettin Beyin idaresinde Türk sanatına bir nevi dönüş oluyor. O zamana kadar Avrupa sanatlarını taklit ederken bizim mimarlar. Zaten mimar da çok az. Ondan sonra Türk Neoklasiği yapıyorlar. Ondan sonra bu Türk sanatından Alman Motiflerle yeni bir Türk Sanatı icat etmeye çalışıyorlar. Onun üzerine birkaç cami yapıldı.

Mimar Kemalettin beyin yaptırdığı dört tane cami vardır öyle. İşte Bebek Cami, Bostancı Cami, Kamer Hatun Cami, İngiliz sefaretinin önündedir. Minicik bir camidir. Önünde de Kamer Hatunun sembolik bir mezarı vardır caddenin kenarında. Ondan sonra birde dördüncü neresidir camiyi hatırlamıyorum onları yapmış ama en büyükleri Bostancı camidir.

Ondan sonra diğerlerini de 1912 yılına doğru filan tamamlamışlar. Fakat o gayet milliyetçi bir adam. Ondan sonra Cumhuriyet devrinde bir gün bir toplantı yapıyorlar. Sultan Ahmet Camii’nde. İşte şey diyorlar efendim diyorlar artık camiye ne ihtiyaç var. Lüzumu yok diyorlar. Bu Sultan Ahmet Camiini de kapatalım. Ondan sonra Kubbesini’de delelim cam yapalım ve burası şey olsun kütüphane olsun, umumi kütüphane olsun. Masalar koyalım içine ondan sonra burada millet işte kitaplar alsın okusun bilmem ne falan filan. Bunları teklif ettiği sırada işte çeşitli şeyler var bu işe evet diyecek olanları toplamışlar. Ondan sonra Kemalettin Bey’i de çağırmışlar. O zaman Vakıfların baş mimarı. Ondan sonra adam ağlayarak toplantıyı terk etmiş diye duydumdu.

O fikir önemli hocam peki nasıl caydırmışlar?

Daha sonra yapamadılar zaten. Neyse 1929 da mı 1928 demi öldü. Rahmetli oldu. Evi de şeydedir işte. Harbiye de o şeye giden Nişantaşı’na giden yolun solundaki yapılardan biridir. Sağında bir şey yoktur zaten solundaki yapılardan biridir. Neoklasik üslupta yapmıştır. Neyse yani bunlar böyle.

Diğer Katılımcı: Vedat Tek bey o.

Aslında doğru dürüst bir kazı yapılsaydı o Roma Devrinin kalıntılarının bunduğu yerler belki eski tarihine ait bir şeyler bulunurdu. Birde ben yani çocukken onlar oraya atıldı. Bir daha yılarca orada durdu. Tam Kadıköy rıhtımına gelirken yol itfaiyenin hizasında kıvrılıyor ya ondan sonra iskeleye doğru dönüyor. Orada köşede suyun içine atılmış bazı antik devire hatta Roma’dan da eski devire ait kalıntılar vardı. Yani bir 8-10 kadar Künk vardı. Ama Künkler tuğladan filan değil ve pişmiş topraktan da değil, mermerden yontulmuş ve zıvanalı üstü. Birbirinin içine geçiriliyor. Şeylerin içi perdahlı. Dışını perdahlamamışlar ve doğrudan doğruya binaların altından doğru geçen bir Su künk’ü Kadıköy’ün bir yerinde bulundu. Yani nerede bulundu bu elimizde izi yok. Ondan sonra şey bir tane üzerine kabartmaları olan bir taş onun üzerine filan böyle birkaç hatıra çıkmış ama bunlarda doğru dürüst nereden bulundukları nerede oldukları anlatılmadığından bilinmiyor. Yalnız uzun zamanlarda birkaç sene evvel Söğütlüçeşme’ye doğru giderken orada Müslüman Mezarlığı vardır. Şimdi kalmadı o. Maşallah temizledirler onu. O mezarlığın yani büyük cami var ya yeni cami.

Söğütlüçeşme Yani.

Evet, onun yanındaki arazi böyle yüksektir ve onun üstü serapa İslam mezarlığıydı.

Karacaahmet’in devamı zaten.

Evet, Karacaahmet’in devamı. Ondan sonra orda bir papa türbesi vardır. O orada devam ederdi. Ondan sonra köprüyü geçerdik köprü vardı bir tane. Köprüden sonra Fener Stadının arkasında yine devam ederdi. Hatta bir ara gazoz fabrikası yapıldı orada. Marmara gazoz fabrikası.

Evet vardı hocam.

Ondan sonra kazdılar kıyamet gibi mezar taşı çıktı oradan. Fener Stadının arkasından.

Doğru.

Ondan sonra orada artık son şey Kalyonlar Baş Halifesi bilmem ne efendinin Aile Kabristanı vardı. Etrafı demir parmaklıklıydı. Onun da taşlarını topladılar, ağaçlarını kestiler, çeşmesini kuruttular. Hâlbuki en güzel namazgâhlı çeşmelerden biriydi o.

Hangisiydi hocam o.

Efendim Papazın Bağı derler etrafı duvar çevrili bir yer vardır. Onu geçtikten sonra son Karacaahmet mezarlarının sonu.

Bir ara Kızıltoprak Karakolu oldu.

Valla orada karakol diye bir yer pek yoktu bilmiyorum.

Diğer Katılımcı: Stadın hemen yanı.

Ondan sonra büyük bir namazgâh vardı yalaklarıyla filan. Hayvanların su içmesi için ayrı yalağı var insanlar için ayrı var. Ondan sonra namazgâh taşı var hatta 2-3 basamakla çıkılırdı ona. Ondan sonra kıble taşı var.

Çeşmede mi vardı hocam?

Çeşmede vardı. Sütun şeklinde. Mezar taşı şeklinde bir çeşmeydi.

Diğer Katılımcı: Stat tarafında. Tarif ettiği.

Anladım dereyle stat arasında.

Diğer Katılımcı: Eskiden.

Onları hiç bilmiyorum.

Ağaçlarını kestiler zaten. Bir alay asırlık ağaçlar vardı. Yanında da o ailenin mezar taşları vardı. O Kalyona baş halifesi bilmem ne efendi ile onun oğlun mezarlarından başka aynı aileden daha başka mezarlar ardı. Ben onları tetkik ederken filan arkasında da evler var onun yeni yapılmış. O evlerden bir hanım çıktı ne yapıyorsunuz filan diye sordu? Efendim tetkik ediyoruz dedik eski eserdir diye. Ondan sonra a dedi bunlar bizim ecdadımız işte hep dedi.

Ondan sonra onlar burada yatıyor falan filan. Ya hanımefendi dedim yani madem bunlar büyük dedeniz dedim baksanıza bu mezarlara filan dedim. Ah vah filan sonra bir gün gene gittim ben oraya. Resim de eksik vardı bir daha çekmek için. Ondan sonra bir daha baktım damatları mı oluyor neleri bir tane albay, deniz albayı o evden çıktı. Kolunda da şey var öğretmen işareti var. Bahriyede kitaptır ya kitap şeklinde. Herhalde dedim bunun damadı dedim öğretmen. Okuryazar bir aile. Ondan sonra albaylığa kadar da yükselmiş ama dedelerinin mezarına bakmaktan acizler. Biran önce şu yıkılsa da bizim ev ortaya çıksa diyorlar herhalde.

Ondan sonra artık ben mücadelede etmedim zaten. Ondan sonra o mezarları da söktüler hepsini. Birisi bir yerler de görmüş o mezarları ya nereden geldi bunlar buraya filan diye bana sorduydu. Dedim bunlar Kalyonlar baş halifesinin mezarları. Bir daha da bir yere de zahmet edip de dikmemişler. Birde aralarında vezir vardı. Kavuğundan anlaşılıyor ondan sonra o da o mezarlığın en enteresan eseriydi.

Ona pazarcılar ip bağladıklarında o mezar taşını bir iki defa devirdiler. Ondan sonra ben işte kaymakamlığa filan müracaat ettim o mezar taşlarını filan tekrar diktirdim. Kırılan kavuğunu filan tekrar koydurdumdu. Sonra artık baktım bezdim bende artık. Ondan sonra o mezar taşının bir kopyasını aldımdı. Gayet enteresan bir mezar taşıydı şu bakımdan. O kadar çok yaşlıymış ki bu adam ondan sonra onu bütün vezirlerin ağası yapmışlar. Ve adı aslında bilmem ne ağa ondan sonra fakat o bir vezir. Kavuğunda da bir bant var. Vezirlerin vardır ya bir bant böyle. Ondan sonra onu da kırdılar döktüler gitti o. Taş ta kayıp. Ondan sonra ben o zaman onu başına almıştım o taşı. Çünkü sonu biraz komikti. Allah ona ancak 90 yılcık bir ömür verdi diyor. Daha ne istiyor ya. (Gülüşmeler) Evet yani biraz insani gülümseten bir taş olduğu için kopyasını aldımdı. O evde bir rulo halinde durur hala daha. Büyükçe kocaman bir taştı o. Ondan sonra hepsi gitti.

Diğer katılımcı: Efendim hocam. Siz koruma kollarında da çok uzun süre görev yaptınız. İstanbul’un korunamamasını nasıl yorumlarsınız?

Korunmaz çünkü karışan çok. Sonra o Koruma Kurullarına seçtikleri adamlarda yani söz dinletilebilecek adamlar değildi çünkü çoğu. Yani bazı çirkin şeyler oldu. Ben bir iki defada kızdım, istifa ettim. Bazen de toplantıyı terk ettim ama yani bir şey yapamıyorsunuz, arkaları çok kuvvetli. Bir şey size anlatacağım ama isimler filan vermeyeceğim. Ondan sonra gene ben Kuruldayım şey oldu bir konu geldi. Baktım işte herkes fikrini söylüyor filan. Onun üzerine ben dedim valla bu yerinde kalsa daha iyi olur filan dedim. Hayır efendim, ne lüzumu vardı filan şuydu buydu dediler. Ondan sonra fakat tarihi eserdir diye tescili yapılmış eser aslında yıkılamaz. Ondan sonra yahut restore edilecekse aynı esas üzerine yeniden ayağa kaldırılabilir. Onun üzerine bir bina getirdiler. İkinci sınıf eser diye vaktiyle tescil edilmiş. Mimar üyeler şöyle bir baktılar. Bu dediler iyi değil bu restorasyon planı dediler. Onu da yapan meslektaşları. Oda mimar. Ondan sonra kabul etmediler adam gitti. Bir müddet sonra yeniden başka bir mimar bulmuşlar. Yeniden bir proje yapmış ve adam mimar ama özene bözene renkli tablo gibi yapmış. Yani restore edildiği zaman bu bina böyle olacak. Onun üzerine pekala filan gene böyle elden ele plan filan dolaşıyor bizim üyelere. Önce benden başlamıştı. Solda oturuyordum ben masanın. Fena bir şey değil, ikinci sınıf eser demiş ve pekâlâ restore edilebilir o haliyle. Ondan sonra gittim. Daha sonra mimarların toplu olarak durdukları masanın öbür kenarında orda bir mimar şöyle aldı tetkik etti ve olmamış dedi. Böyle röleve olmaz dedi. Affedersin neden dedim. Efendim dedi fotoğrafta dedi alt katın pencerelerinde dedi 5 tane demir çubuk görünüyor dedi. Hâlbuki dedi bu dedi çizimde dedi 6 tane göstermiş dedi. Bakın işe. Demir parmaklık, şöyle basit adi demir ve normal çubuk halinde. Ondan sonra pekâlâ filan. Sonra o yanındakine verdi o yanındaki aldı baktı filan. Bir an aynı guruptan bir başka bir mimar aldı çevirdi çevirdi hemen ilk işi altındaki imzaya baktı. Efendim dedi daha iyi mimarlar var İstanbul’da dedi ve ne diye bu mimara havale edilmiş bu iş deyince. İşin rengi değişti. Onun üzerine e pekâlâ denildi. Yani şimdi kimi tavsiye ediyorsunuz neyi tavsiye ediyorsunuz. Doğru değil yani Kurulun bu yolda tavsiyede bulunması. Ondan sonra bu dedi kötü bir proje dedi. Onun için dedi ben kabul etmiyorum deyince. Pekala, beyefendi dedim o halde. Bende çıktım toplantıdan siz zatıâliniz karar verin dedim. Çıktım. Hemen şey yapmışlar. Beni istifa etti sayılır demişler. Benim yerime yeni üye seçmişler hemen. Ondan sonra ben gitmiyorum toplantıya. Yalnız oradaki bir arkadaş dedi ki ya çıktın gittin senin yerine hemen üye tayin ettiler dedi. Sonra şeyde falan yerde bir vardı dedim böyle böle demişler o ev dedim ne oldu. O ev dediler tamam, halledildi dediler. (Gülüşmeler)

Aradan zaman geçti bir sene filan vakit.

Yok. Olsa ben bulurdum.

9. Bölümün sonu. Devam edecek.



Bende bulamadım. Yani o iskelenin mimarıyla ilgili bir bilgi bende bulamadım.

Fakat yani önceki iskelenin, yani burada seri halinde bu şey iskelesi Kadıköy iskelesi sonra daha genç Haydarpaşa iskelesi, Beşiktaş iskelesi filan bunlar böyle bir dizi hainde ayrıca Bostancı iskelesi filan bunlar Türk Neoklasiği üslubunda bir dizi gibi yapılmıştır.

Hepsi Vedat Tek’in değil herhalde?

Değil değil, fakat öyle anlaşılıyor ki Neoklasik sanatın Türk Neoklasiğini yaratma sevdası böyle bir mimarın kafasına yerleşmiş ve bunlar mesela Bostancı İskelesinde de böyle bir şerit halinde çini yerleştirilmiştir. O çinileri badana ettiler bitti.

Evet doğru söylüyorsunuz.

Evet, bunlara kıymet veren olmadı. Şeyisi bir biblo gibidir. Eski Haydarpaşa İskelesi garında yapılan. Türk sanatının bütün detayları orada ufak ölçüde hepsi kullanılmıştır. Ama bilmiyorum çoktan beri oralardan vapura binmişliğim yoktur ne durumda bilmiyorum.

Biraz eskidi tekrar galiba ele alacaklar restore edecekler. Haydarpaşa demişken hocam size bir şey sormak itiyorum. Orayı siz herhalde bilirsiniz. Şimdi Haydarpaşa Garının iki kulesi var. Kulelerin etrafında bazı figürler var. Süsler var. O süslerin üstünde bir ejderha heykelleri varmış. Şimdi onlar kesilmiş galiba ve kırılmış. İlk eski fotoğraflarında ama çok iyi çekilmiş bir fotoğraf olursa böyle yakınlaştırdığımda onları görebiliyorum. Bana bunu Haydarpaşa’da çalışan bir mimar arkadaşım söylemişti. Sizin onlarla ilgili bir bilginiz var mı?

Hayır, hiç bilmiyorum ve ilk defada sizden duyuyorum.

O kulelerin etrafında süsler vardı ya o süslerin üstünde ama bakılınca sanki o süsler kesilmiş gibi ve belli ediyor onların üstünde de ejderha heykelleri varmış hocam.

Onlar evet onlar biliyorsunuz ki Malta taşından yapılmıştır. Gayet yumuşak, gayet böyle bir çakıyla bile yontula bilen bir taştır. Gayet yumuşak bir taş. Ondan sonra yani ne akla hizmet şey yaptılar bilmiyorum. Öyle bir şey varsa da. Çünkü bir iki tane pek öyle tanınmamış Alman mimarıdır. Gençtirler.

Tanınmamışlardır değil mi hocam?

Evet, tanınmamışlardır pek fazla şeyleri yok bilmiyorum yani sanatkârlar ansiklopedisinde bir defa bakmak lazım. ……… vardır bir tane. Almanların Sanatkârlar Ansiklopedisi. Sarı renkte. Otuz bilmem kaç cilt kırk cilde yakın. Orada bir defa aramalı isimleri de, ben fakülteye aldırdımdı o ansiklopediyi. Ondan sonra fakat benim aldırdığım sıralarda son harfler T harfi filan daha basılmamıştı. Şimdi var hepsi tamam orda bir gidip bakmak lazım. ………. Ansiklopedisinde bu adamların başka eserleri var mı? Fakat mesela Sirkeci Garı da bir Almanındır. Sirkeci Garını yapan adam 2. Dünya harbine kadar yaşamış. Yani bazılarının da inanılmaz derecede hayatları uzun. Kaç tarihinde yapılmış o gar epey eski. Ama o daha şeyli munis bina iddialı bir bina değil o kadar.

Haydarpaşa Garı iddialı bir bina. O iddiasını nasıl anlamlandırabilirsiniz hocam?

O işte şey Bağdat’ı yani müstakbel Alman toprakları olarak görülüyor. Şeye göre doğuya gidiş yolunun başı. ……………………diyor.Yani doğuya doğru hücum. Ondan sonra Bağdat demir yolları hattını yaptırıyor. Ondan sonra bizzat kendisi geliyor o hattı takip ediyor.

Nereye kadar gidiyor, nerede? Ondan sonra ve hattın üzerinde yer yer bazen şeyler var hatıra kitabeleri var. Bilmiyorum duruyor mu hala daha. O Toroslar’da bir yerlerde. Bir tane uzun Almanca yazı filan varmış. Ben kopyasını gördümdü ama bilmiyorum şimdi hali hazırda hala var mı?

Yani alman imparatoru orayı yaptırırken Bağdat’a kadar bizim anlamında mı? yani o veya o duyguyla mı yaptırmış?

Evet.

Ama Abdülhamit’inde şey biliyorsunuz. Bir sözü var. Buraya Gar yaptık, Liman yaptık bir sürü tesis yaptık, dalgakıran yaptık ama halkıma onu hissettiremiyorum. Bu rayların bir ucu ta Bağdat’a gidiyor Kabe’ye gidiyor halkımıza bunu hissettirecek bir heybetli bina yaptıralım. Demiş Abdülhamit. Birde öyle bir şeyi var.

Evet, Abdülhamit’in biliyorsunuz o imarcılığı oldukça enteresan. Mesela birçok devlet daireleri, vilayet konakları, karakollar filan onun zamanında yapılmıştır. Çünkü birisinin hatıratı vardır. Adam içişleri bakanlığının müfettişiymiş. Rumeli de bilmem nereye gidiyor. Daha oralar bizimken.

Ondan sonra Kaymakam gece entarisiyle çıkıyor karşısına. Ondan sonra kaldığı evinin önünde de bir tane gölet var orada da kurbağalar vırak vırak bağırıyorlar. Aman beyefendi diyor müfettişe geceleri diyor pek de hoş oluyor diyor bunların vırak vırak vırak sesleri diyor. Yani devleti bu şeyden kurtarmak lazım. Bu laubalilikten. O da var.

Şeyi birde sizden öğrenmek istiyorum hocam. Şimdi tartışma konusudur. Haydarpaşa’nın sahasında bir bina var biliyorsunuz. Pasaport dairesi olarak kullanılmışta deniliyor askeri karakol olarak ta kullanılmış deniliyor o bina için. İngiliz Mezarlığının hemen alt tarafında yani eski liman tesislerinin içinde. Gar yapılmadan önceki liman tesislerinin içinde.

Onlarla ilgili her hangi bir hatırladığım bir şey yok. Fakat orada mezbaha filan derlerdi bir bina vardı. Mükellef kagir gibi bir binadır. Deniz kıyısındadır. Rıhtım’da var filan.

Şimdi yani o mezbaha derenin ağzında.

Valla bu orada su kıyısındaydı. Ondan sonra her şeyi tamam kocaman bir binaydı. Ondan sonra bir mimarisi de var kendine göre. Ondan sonra mezbaha derlerdi. Hiçbir zaman kullanılmadı o.

İşte sonra beş altı sene sonra yıkılıp kaldırıldı. Yani durdu durdu ondan sonrada sonunda da kaldırıldı. Bilmiyorum ne için yapıldı o bina o kadar masraf edildi. Hakikaten mezbahamıydı başka bir şey miydi bende bilmiyorum.

Çayırbaşı tarafında değil mi?

Şeye doğru yani gara nazaran solda.

Evet yani Etbalık Kurumunun oralarda.

Evet oralarda.

Birde eski Yeldeğirmenlilerin bana anlattığı bir şey vardır. İngiliz askerleri Haydarpaşa çayırında talim yaparlarmış.

Efendim Haydarpaşa Çayırı Çanakkale Harbi sıralarında yaz aylarında yaralı o kadar çok geliyor ki askeri hastane de yer olmadığından artık yer kalmadığından yaralıların çoğunu daha hafif yaralıları Haydar Paşa Çayırında yatırırlarmış. Onu görenler o zamanı görenler söylüyorlardı. Yaralılar getiriliyor. Oraya yatırılıyor derlerdi çayıra. Ondan sonra babamda işte deniz subayı.

Ondan sonra ona da şeyi vermişler boğaz vapurlarından birini. Onunla işte sabah götürüyormuş ertesi gün veyahut o akşam ondan sonra yaralıları toplayıp Haydarpaşa’ya getiriyormuş Çanakkale’den. Ondan sonra öyle böyle getirmişiz. Bir kısmını gömmüşüz.

Hata uzun zaman onlara bir abide değil bir mezar bile yapılmadı. Onu bilir misiniz? Kafataslarını talebeler gittiler topladılar. Araziden böyle. Çanakkale’de. Gelibolu’da.

Anladım hocam Çanakkale’de.

Evet, böyle topladılar. Piramit yaptılar üzerine de böyle bayrak astılar bir tane böyle koydular, çaktılar. Şeyde diye bu şehitlere mezar istiyoruz diye. Onun üzerine tabi Milli Türk Talebe Cemiyeti kapatıldı.

Öylemi hocam?

Tabii. Dergisi durduruldu. Bir dergi çıkarıyorlardı. Onun kapağına basıldıydı bu resim. Bende var o fotoğraf.

İlginç evet hocam

Evet, böyle kuru kafalar, iskelet kafalar böyle.

Hangi yıl hocam?

1930’lu yıllar. Sonra ben -birisi daha uğraşıyordu bu konularla- dedim böyle böyle filan bir resim vardır filan ara bul dedim. Sonra gitti buldu bir yerler de o dergiyi buldu. Ondan sonra o resmide buldu. Bendeki orijinal resmi vermek istemedim.

Anladım hocam daha sonra şehitlik filan yapıldı oraya o zaman.

Yani Milli Türk Talebe Cemiyeti uzun yıllar yoktu. Ondan sonra rengi değişmiş olarak tekrar ortaya çıktı öyle bir şeyler. Ama o zaman ki heyecanlı gençlik yoktu artık.

Ondan sonra zaten iki tane çıktı zaten.

Diğer Katılımcı: Mili Türk Talebe Birliği.

Diğeri de Milli Türk Talebe Federasyonu ve Milli Türk Talebe Birliği diye iki tane çıktı evet.

Şey vardı ambleminde hatta bunun böyle atlayan bir kurt.

Evet hocam, çok teşekkür ederiz çok teşekkür ederiz. Yorduk sizi hocam sohbet ettik yorduk.

Bilakis memnun oluyorum ben.

Sizi şöyle bir ay sonra filan eğer müsait olursanız böyle bir sohbete yine aynı yere götürmek isteriz.

Valla memnun olurum.

Eğer hastaneye ameliyata bilemem nereye gitmezsem memnun olurum.

10. Bölümün sonu. Devam edecek.



Yok geçmiş olsun hocam. İnşallah gitmesiniz hocam.

Çünkü ne zaman hastaneye gidersem yakaladıkları gün seni yatıracağız diyorlar. Ee ondan sonra şuranızı açacağız buranızı kapatacağız yahu yapmayın artık yeter. Ondan sonra ben açıyorlar, kesiyorlar da.

Onlarında işi o hocam (Gülüşmeler)

O açıdan işte başlıca zevkleri onların o. Karnımı yardılar ya. (Gülüşmeler) Benim dizimde bir arıza vardı oradan dizimdeki arıza ne diye karnıma tesir ediyor anlamadım tabi. İşte ondan sonra böyle açtılar. Birde korkuyorlar tabii yaşı yüksek ondan sonra bu adam şey anestezi filan kaldırır mı? Bereket kaldırıyormuşum. (Gülüşmeler)

Maşallah nazar değmesin Hocam. Hocam son olarak şeyi sorayım. Kadıköy’ün korunmasıyla ilgili. Yani yapılmış, yapılmamış pek yapılmış gibi bir şey diyemeyiz ama ne yapılabilir diyebiliriz hocam?

Vallaha kardeşim geç kalındı.

Geç kalındı değil mi evet.

Evet geç kalındı Kadıköy’ün kendisine mahsus işte bazı konakları vardı bazı enteresan yapıları vardı. Zaten tek tük çok az tarihi eseri vardır yani toprak üstünde cami, çeşme filan gibi. Biliyorsunuz camileri 5-6’yı geçmez. Hele onların zaten çoğunun tarihi bir sanat değeri pek yoktur.

Anı değeri vardı.

Evet, ondan sonra birkaç tane hazire vardır. Birtakım ünlü bazı kişilerin mezarları vardır. Onları da bilinmeyen yerlere götürüp naklediyoruz diye diktiler. Mesela şeyin Ömer Seyfettin’in ondan sonra şeydeki…

Diğer Katılımcı: Mahmut Babadaki

Evet, Mahmut Babadaki mezarını açtılar ondan sonra kemiklerini aldılar nereye götürdüler Allah bilir. Orada mezarı vardır onun pekala ayak altında güzel ve iyi bir yerdeydi o. Ondan sonra aldılar götürdüler.

Ondan sonra bir tarafta işte bir saha kaldı. Orada da beş altı tane böyle tarihi enteresan taşlar vardı. Pekâlâ, onların etrafını toplardın düzeltirdin ondan sonra onlarda orada Müslüman Türk Mezarlığı diye kalabilirdi. Bomboş keleş bir arazi olarak kalacağına öyle bırakaydınız. Nitekim o yeni yapılan Söğütlü Çeşme Camiinin sağ tarafında biliyorsunuz bom boş bir arazi.

Hâlbuki orada ben bir ara otomobilin camında bir arıza olmuştu. Orda bir usta var dediler o bunu yapar dediler. Ondan sonra götürdüm araba yapılırken bir dolaştım baktım yolun kenarına kıvrılmış atılmış iki tane böyle kavuk. Osmanlı kavuğu mezar taşı kavuğu ama altları yok. Altları kim bilir nerede kalmış. Bir tanesi de genç bir çocuğa aitmiş herhalde. Sarığının arasına bir tane çiçek koymuşlar.

Ondan sonra dedim bunu burada bırakırlarsa taşçılardan biri gelir alır bunu kırar kırar mozaik yapar. Ondan sonra ne yapayım ben bunu. Ondan sonra arabanın bagajına attım eve getirdim ben bunu. Ondan sonra işte hiç değilse kırılmaktan kurtuldu. Ondan sonra benim evde kırılmaktan kurtulur mu onu da bilmem. Benden sonra ne olur.

Bir tane daha öyle vardı. Oda İstanbul’da bir mezar. Harikulade bir şey ve mihrap şeklinde. Yani sütuncalar’ı bilmem nesi şusu busu. Arka tarafında kabartma olarak yapılmış bir tane kandil aynı mihrap. Ön tarafında da Osmanlı sülüsüyle fevkalade bir yazıyla yazılmış Arapça bir yazı. Onu da okuyabilen çıkmadı. Anlayan. Arapça bir Kur’an gibi bir şey böyle bir ayet gibi bir şey galiba bende anlamadım ama Arapça uzmanı geçinenlere gösterdim onlar da anlamadılar.

Ondan sonra onu da gene yüklendik getirdik. Şimdi evin antresinde şöyle dikili dursun orada demeye kalmadı. Eskici geçiyordu bizim sokaktan ‘Ağabey dedi o taş dedi satılıksa dedi vermez misin?’ dedi. Düşünün sokakta adam geçiyor benim evin balkonundaki taşı görüyor.

Diğer Katılımcı: Hocam Rıhtım İskele Sokağın başında Namazgâhın hemen yanındaki ahşap ev. Harem selamlıklı. Benim hatırladığım Darülbedayi müdürü Memduh bey’e aitti. Kızlarından biri size gelen Berian.

Evet Berian Hanım.

Diğer Katılımcı: Evet bizim ahbaplığımız var tabi. Yakın aile dostumuzdu. Darülbedayi Müdürüydü. Memduh Bey. Onların eviydi efendim orası

Bir numaralı ev mi?

Diğer Katılımcı: Evet Efendim.

Valla onları ben bilmiyorum. O evde benim yakınlarımdan da kiracı olarak oturan oldu. Fakat bilmiyorum kim vardı. Yani bizim sokak epey tanınmış adama şey oldu. Mesela Suat Bey vardı. Bu Cumhuriyet Hükümeti kurulduktan sonra ilk defa kültür hizmeti olarak Şarlteksiye’nin Küçük Asya kitabı Osmanlıcaya çevrilip basıldı. İki ciltlik kitap onundur onu çeviren Suat Bey bizim sokakta otururdu.

Diğer katılımcı: Başka kimle vardı efendim sizin hatırladığınız tanınmış sizin zevattan?

Emin bey vardı subay deniz albayı. Babamın sınıf arkadaşı. O bizim evden aramızda bir ev vardı. Oda bir Rum’un evinin şeysiydi arsasıydı. Yanıktı ev. Ondan sonra molozu temizletti ve oraya bir ev yaptı. Şimdi hala onlar mı oturuyor bilmiyorum. Şimdi bir kızları vardı. İki oğlu vardı adamın.

Görüşürdük biz filan ama ondan sonra tabi evini o Bostancı’ya naklettikten sonra seyrekleşti. Onlar sağ deyilerdir herhalde Emin Beyler ve karısı. Kızları vardı Nihal adında ondan sonra artık bilmiyorum ne oldular. Gene oturuyorlar mı onlar gittiler mi bilmiyorum. Ondan sonra şeyde sol tarafta bir gene ev eskilerden Rumeli göçmeni bir zat vardı. Onunda enteresan tarafı müthiş şeydi dindar, ondan sonra Cumhuriyet filan aleyhinde. Ondan sonra sakallı filan bir adamdı. Ondan sonra hat sanatından fena değildi güzel yazılar filan yazardı. Her bize geldiği akşam muhakkak bir tane yazı getirirdi. Halit Bey.

Ondan sonra onun kızı oldukça tanınmış bir ressam oldu. Bedia Güleryüz.. Ansiklopedide filan vardır o. Ondan sonra albayın geri kalan bir erkek çocuk oğulları vardı. Kızları da evlenmedi zaten. Ondan sonra erkek çocukları oldukça iyi vazifelerdeydi. Ondan sonra görüşürdük filan ama yavaş yavaş kayboluyor herkes.

Diğer katılımcı: O bölgede dolaşan böyle oklava hamur tahtası filan satan eski bir deniz subayı vardı.

Evet evet, Allah Versin Cevdet Bey. Manisiydi onun meşhurdu. Çoluk çocuk peşi sıra takılırlar ‘Allah versin Cevdet Bey’ diye bağırırlardı. Oda sırtına işte çocuk oyuncakları almış tahtadan yapılma. Ondan sonra işte tahta sehpa, ondan sonra bilemem ne çocuk arabası filan.

Efendim onun oldukça fiziği filan hoş bir hanımı varmış. Bir yerlerde daktiloymuş. Babam şey yapardı. Bazen otururlardı filan onlar sohbet ederlerdi babamla. Ondan sonra biz şaşardık filan. Bizim sınıftan derdi. Birde şey vardı Kadıköy’de Kayışdağı tarafından su getiren bir sucusu vardı. Oda emekli bir deniz subayıydı.

Efendim bunları 15 lirayla 20 lirayla emekli maaşıyla emekli yaptılar. Babamda öyle. Ama enerjisi vardı babamın ondan sonra rahmetli uğraştı uğraştı bilmem ne yaptı filan ondan sonra bizi okuttu. Ondan sonra bizde ona cevap verecek bir durumda olduk. Olgunlaşınca. Zaten hiçbir zamanda baba ekmeğini yiyoruz serserilik filan yapalım demedik. Gene kahveye filan. Ağabeyim de biliyorsunuz yine Almanya’da Makine Mühendisi oldu. Deniz yollarında uzun yıllar çalıştı bilmem ne yaptı. İşte beni de biliyorsunuz görüyorsunuz. Onun için ben rahmetle anarım.

Evet hocam, Allah rahmet eylesin.

Allah işte olmayanda olmuyor işte Ağabeyimin oğlu vardı serseri. Hiçbir şeyde olmadı.

Hocamın evinin karşısında ilkokulun iki ev altında İnkut veya Günkut diye öyle birini biliyor musunuz?

Diğer katılımcı: Daha sonraları olabilir.

Öylemi? Çünkü o evi bana verecekti. Yıkıp yapmak içinde konuştuk epey sonra satmaya karar vermişti.

Yalnız bizim sıramızda işte yalnız o zaman yirmibeşti. Şimdi numarası değişti. Ondan sonra numarası 25 sonra 32 filandı numaralar yani seri bir evlerdi onlar birbirinin benzeri. Onların başındaki evde Talat Bey diye birisi otururdu. Hep kafamı kurcalayan bir ressam filan olan bir Üsküdarlı Talat Bey var acaba omu bu. Bir türlü tespit edemedim. Ondan sonra bu adam evinde oturur gecelik entarisiyle.

Ondan sonra devamlı şey sütlü kahve içer birde çubuğumu ne vardı devamlı o çubuğu çeker ondan sonra karşısındaki okuldan çıkan çocuklara kakao ikram eder bilmem ne yapar ondan sonra böyle tek başına yaşayan bir adamdı. Resimler filan da yapardı. Ondan sonra oturmuş Üsküdar tımarhanesinin hastalarının yani oradaki delilerin resimlerini yapmış. Mesela İçlerinden bir tanesinde o Osmanlı Paşası varmış delilerden biri olarak. Oda göğsünde nişanlarıyla filan o adamın resimlerini filan yapmış hala hatırlarım onu.

Üsküdar tımarhanesini derken neredeki Hocam?

Diğer Katılımcı: Toptaşı

Toptaşı değil mi Evet.

Evet, Ondan sonra onu da epey işte resimler yapmıştı bilmem neler yapmıştı, bir şeyler yapardı. Ne oldu bütün o tenekesi. Bir Üsküdarlı Talat.

Yakın yani Osmanlı tarihinin sonlarına doğru bir zat var ama omu bilemiyorum. Onları da bilebilecek pek kimse kalmadı artık.

Siz şeyi hatırlamasınız herhalde Saraçlar Çeşmesi vardı.

Evet

Doktor Süheyl Ünver orada oturur ders çalışırmış. Yani Ayrılıkçeşmesi’nden İbrahimağa’ya giderken ortalarda bir yerde o. Namazgâhı filan olan bir çeşmeymiş hatta Türk kahvesi varmış.

Valla ben onların hepsinin resimlerini şey yaptımdı. İstanbul Bağdat Yolu Güzergâhı diye ondan sonra bir dizi yapmak niyetindeydim. Ondan sonra ilk yazı olarakta İstanbul’dan Bostancı Köprüsüne kadar yazdım.

O arada kaybolmuş çeşmelerde vardır. Mesela Erenköy’üne doğru o villalardan birinin bahçesinde hala suyu akardı onun yakın zamana kadar. Fakat çeşmesini yok etmişti adam. Üzerine villasını yapmış çeşme yok. O şimdi oda yok zaten o suda yok. Ondan sonra bizim Çatalçeşme en eskileridir onların. Yani Bostancıdaki yol kenarında olan yani İstanbul çeşmelerinin en eskilerinden biridir hatta. Kitabesindeki ebceti filan hesaplayınca zannediyorum kanuni devrinin ilk yıllarıdır.

Müthiş.

Evet. Ondan sonra çok girift bir yazıdır o. İlk zamanlar okuyamıyorlardı sonra okudular filan ondan sonra bir lütuf yahut şey kelimesi var orada o karışık yazı içinde. Lütfi yazısı var. İnsanın aklına şey geliyor Kanuninin ilk zamanlarında yaşamış olan bir vezir yahut sadrazam var. Lütfi adında. Acaba omu yaptı? O zaman belki köprüde onun hayratı.

Hangi köprü hocam

Bostancı Köprüsü. Kitabede de yeri var onun. Kitabesin ebcet’inin son mısrası bulundu. O hakikaten cevameyi yazan yazarın kitabında var. Topkapı sarayında olan o kitapta son mısra var. Ondan sonra çeşmede aynı zamanda yapılmış. Bostancıdaki Tarihi o kitaptan çıkıyor ondana sonra çeşmede o zaman yapılmış…….

………

Evet, Bostancıdaki çeşme yalnız o tarihte biliyorsunuz birde işte hem Kanunin damadı hem onun kız kardeşinin kocası olan ve enteresan bir şeyisi vardır onun tarihte. Sadrazam filan yapmışlar onu her şey güzel yolunda gidiyor. Konağı filan var Eyüp’te yalısı bir tane köşkü yalısı kocaman binası Şehzade Başında filan.

Ondan sonra filan adam karısıyla evli olduğu sırada bir gün eve geliyor bir akşam konağına geliyor. Ondan sonra diyor işte karısı bugün diyor işte bir Müslüman kadını diyor zina yapıyormuş diyor. Ondan sonra diyor taşlayarak öldürdük diyor. Kadını yarı çıplak gömüyorlar işte yarısına kadar işte herkes taş ata ata kadını öldürüyor. Biliyorsunuz öyle bir gelenek var.

Ondan sonra karısı birden bide celalleniyor. Ne yaptınız? diyor. Kadınım işte böyle böyle. Sen utanmadın mı? diyor kocasına. Ondan sonra ne diye utanacakmışım ben diyor sadrazamım filan deyince bende diyor hem padişah kızıyım diyor hem padişah kardeşiyim diyor. Ondan sonra elini kaldırıyor Lütfi Paşanın yanağına şırak diye…

İkisi de birbirine yakın yerlerde onun için bir tahmin olarak yani aynı adamın hatta o devirde palazlanmış olan baya tanınmış ve vezir olmuş olan Lütfi Paşanın hayratı olması da muhtemel o zaman bu köprüyle bu çeşmenin vakfiyelerini aramak lazım. O zaman bulunur.

11. Bölümün Sonu. Devam edecek.



Evet hocam Doğru.

Diğer Katılımcı: Evet Bostancı Köprüsü

Evet, oda mesele tabi.

Doğru. Bostancıdaki Çeşme başka ama Bostancıda birde meydanda vardır ya çeşme.

Şeyde Eski Karakolun önünde.

Evet Karakolun önünde hocam.

Efendim o Mahmut zamanında. Çok yeni o. Evet onu zaten yeni baştan restore ettiler akıllarınca. Bir şeyler yaptılar.

Evet hocam, Kenarda kaldı sonra ne oldu Bilmiyorum.

Evet, O çok yeni bir çeşme ondan sonra onu orda işte Bostancıbaşı Karakolu derbendi var çünkü İstanbul’un kontrolü Bostancıbaşıların idaresindeydi. Bostancıbaşı enteresan bir görev. Yani Saray bostanlarına baktıklarından başka Padişahın bir nevi muhafız kuvveti. Ve şehre girişlerini de kontrol eden zabıta kuvveti.

Onun için şehrin giriş noktalarından biri Bostancı köprüsü. Biride Beykoz taraflarında bir giriş. Anadolu’dan gelenler orda durduruluyor. Ondan sonra kefil göstermek zorunda İstanbul’da. Trakya’dan gelenlerde Çekmece’de durduruluyor. Ondan sonra öyle her yorganını sırtına vuran bu gün olduğu gibi İstanbul’a gelemiyor.

Ondan sonra eğer kefil gösterebilirse o zaman izin veriliyor kendisine giriyor sonra yerleşiyor. İstanbul’da. Böyle birtakım şeyleri var, nizamları var İstanbul’da. Bostancıbaşı son derece önemli bir şey. Ve iki tane onların merkezleri var Sarayda. Bir tanesi işte Saray bostanlarına falan bakmak. Ondan sonra aynı zamanda da Padişahın özel muhafızlığını yürütmek. Ondan sonra ve idamları da biliyorsun Bostancıbaşı yapıyor.

Şimdi evet hocam bende onu düşünüyordum.

Padişah Bostancıbaşı dedimi, hemen adam geliyor. Emret sultanım diyor. Tamam, gitti adam hiç şakası yok işin (Gülüşmeler)

Doğru hocam. O Bostancıbaşılık çok önemli bir görev.

Efendim onların iki tane merkezleri vardı. Biri Sur-u Sultaniyenin içinde bir tanesi de dışarıdaydı. Onların hatta bir tane de camileri vardı orada. Bilmem hatırlar mısınız? Kadıköy vapurundan bakınca tam deniz kıyısında minareli filan bir cami vardı. Sonra minaresini yıktılar onun yalnız camisi kaldı. Ondan sonra onu da yıktılar. Şimdi yok. O Bostancı Camiydi. Bostancıbaşıların ikinci camileri de ikinci merkezleriydi. E yani şimdi biz tarihe filan böyle lüzum görmüyoruz.

Neredeydi tam olarak hocam?

Efendim tam Fener ile Sarayburnu’ndaki gazinonun arasındaki boş sahada böyle surların dışında küçük bir camiydi. Ve minaresi de vardı. Eski fotoğraflarda görülür. Bembeyaz minare böyle badana olmuş filan. Görülür. Sonra önce harap oldu onun minaresi, minareyi yıktılar. Ondan sonra cami kaldıydı. Camiyi de yıktılar. Şimdi pirüpak, tertemiz orası.

Evet doğru.

Sarayın duvarı yıkıldı biliyorsunuz. Bundan 7-8 ay önce ne olacak.

Doğru hocam.

Velhasıl bizim tarih anlayışımız bu. Bu kadar.

Geçmişine sahip çıkarsan geleceğini de garantiye alırsın. Geçmişine sahip çıkmak lazım gerçekten.

Valla şimdi şu sıralarda biraz geç kalındı ama ne tespit edilse kardır diyeceğim.

Değil mi hocam? Hakikaten şu anda ne tespit edilirse onları korumak lazım.

Yalnız şu var ki geç te kalındı. Mesela bir şey vardı. Öğretmen subay vardı, yüzbaşı. İsmini hatırlayamıyorum Ferruh muydu öyle bir ismi vardı galiba. Ondan sonra bu zat önce Ankara’daydı. Sonra burada Kuleliye tayin edildi. Belki şimdi emekli olmuştur. Eğer sağ ise.

Ondan sonra bu zat yıllardan beri mezar taşlarının mizanpajını koleksiyonunu yapıyordu. Yüzlerce mezar taşını toplamış. E ama ne yayınlıyor bunları... Söyledim bunları. Ben bir camiden bahsediyordum bir yazı yazmıştım. Yav dedim senin imzanla bunun haziresindeki taşları benim zeyil olarak benim yazımın arkasına koyalım imzanla. Ben kendim alacak değilim bunu. Yapmadı istemedi ne yapayım.

Yani ne faydası var işte insanlara faydası olsun. Yayın yapsın.

Hazinenin enteresan tarafı neydi? Çok değişik serpuşlar vardı. Yani en eski Osmanlı kavuğundan tutun o karpuz gibi sarıklardan ondan sonra en son Tanzimat Devrinde o az önce Sultan Mahmut zamanında filan püsküllü püsküllü fesler var. Onlar filan hepsi, değişik değişik şeyler var. Taşlarının üzerinde böyle serpuşları var işte.

Ondan sonra razı olmadı. Topladıysa ver işte, bunlar çıksın. Filan yerdeki caminin haziresindeki değişik Osmanlı taşları de. Altına da imzanı at. Ondan sonra benim yazımın sonunda o çıksın. Hayır, çıkmasın. Aman kimse görmesin, kimse almasın, kimse bulmasın.

Yani o Osmanlı’nın mezar taşları apayrı bir ihtisas alanı aslında. Hepsinin apayrı bir anlamı varmış ki çok derin bir konu.

Söyledim işte. Osmanlı devrinde bir paşanın. Şeydeki işte Kuşdilindeki mezarda.. Allah ona diyor sadece diyor 90 yılcık bir ömür verdi diyor. Daha ne istiyor be yahu adam? 90 sene yaşamış. Sonra buna diyor Ağa Hasanpaşa derlerdi diyor. Bütün şeylerin baş şeyisiydi diyor en yaşlı vezirdi diyor. Taş.(Gülüşmeler)

Papazın Bağı Fenerbahçe stadının olduğu alan mı yoksa karşıda -şimdi binalar yapıldı- bostan kuyusu vardı orada mıydı?

Efendim şey var ya Fener Stadının arkasındaki yol var ya o yolun yani bu taraftan doğru geldiğiniz takdirde Tren hattıyla o yolar asında kalan arazide.

Bende öyle biliyorum da Fenerbahçe Stadının orası diye de Papazın Bağı derlerdi.

Orasıydı Papazın Bağı. Ahmet Rasim’in rakı içmek için gittiği yer orası. Ondan sonra mevsim meyvesiyle mezesi de oymuş. Ondan sonra o Papazın Bağının da gerek Rumeli’de gerek Anadolu’nun batı taraflarında bağ evi diye böyle kale gibi evler vardır. Böyle dört köşeli kule, kulenin alt katında ne vardı bilmiyorum orada pencere filan yoktur. İçinde bir merdivenle üst katta bir tane köşk yapılmıştır.

Yani Osmanlı mimarisinin köşklerin aynen eşidir o. Tek kapı üzerinde geniş saçaklı bilmem neli bir köşk yapılmıştır. İşte orada da o köşk vardı. Trenden de görülürdü. Bundan yakın zamana kadar da işte bundan 20 sene öncesine kadar sapasağlam duruyordu. Sonra onu da yıktılar. O Papazın Bağındaki köşkü.

Yenilenip yapıldı galiba o dediğiniz bina.

Yok zannetmiyorum. Yalnız şey Muzaffer. Kütüphane müdürü Muzaffer ondan sonra Ahmet Rasim hakkında bir kitap yazıyordu, ondan o sonra resmi istedi benden verdim. Ondan sonra yazmış altına Semavi Eyice tarafından çizilmiştir diye. Ben kroki olarak elimde fotoğraf makinesi yoktu. Yıkılmadan şunun bir şunun resmini bir çizeyim demiştim. Hâlbuki oradan yüzlerce defa geçtik. Çocukken bisikletle geçerdik. Sonra işte büyüdük ondan sonra yayan da geçtim otomobille de geçtim. Ondan sonra fakat işte kısmet olmadı

Benim çocukluğumda orada bostan kuyusu vardı. Ve o meşhur anlatılan şekilde atın gözlerini bağlayıp, bostan kuyusunun etrafında dolaşır, tenekelerle kuyudan su çeker bostan öyle sulanırdı orada. onu hatırlıyorum.

Diğer Katılımcı: Dolap beygiri.

Dolap Beygiri Evet. Ben onu hatırlıyorum o kuyuyu. Sonra oraya İmtaş Sitesi yapıldı oraya, hepsi gitti onların.

Diğer Katılımcı: Orada birkaç tane yeni yapılmış üzeri ahşap kaplı binalar var.

Hocam çok zahmet ettirdik. Çok yorduk sizi çok teşekkür ederiz. Çok sağ olun. Tekrar geçmiş olsun. Şöyle bir ay sonra filan bir telefonlaşırız. Eğer müsait olursanız yine sohbet ederiz. Yeldeğirmeni’nde o daha önce geldiğiniz yer. O kilise restore edilmişti. Kemal Atatürk Ortaokulunun yanındaki kilise. Sanat Merkezi haline getirildi orası. Ve orada inşallah sadece sizin böyle anılarınızı kendi bilgilerinizi aktardığınız bir sohbet yaparız. Başka kimseyle de konuşmadan İnşallah Hocam.

Bakalım İnşallah bakalım kısmetse. Çünkü bizim yaşımızda geleceğe vaatte bulunamıyoruz.

O hiç belli değil hocam. (Gülüşmeler) Sağlıklar dilerim. Geçmiş olsun diyelim tekrar hocam.

12. Bölümün sonu. BİTTİ.

ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN EKİM 2018

Blogumdan yazı yayınlayanların üst satırdaki ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN imzasıyla yayınlamaları gerekir.








bottom of page