SANAT MERKEZİ
Adres:
Bağlarbaşı Mahallesi, Atılgan Sokak No 7 YALOVA arifatilgan@gmail.com
GÜLÜMSER ATILGAN SANAT MERKEZİ
Arif Atılgan
BLOG’da kısa olduğu için Sanat Merkezi adıyla yer alıyor ama asıl adı Gülümser Atılgan Sanat Merkezi’dir. Zira burada Onun resimleri ve biriktirdiği eski eşyalar yer almaktadır.
Eşim Gülümser Atılgan’ın çeşitli dönemlerinde yaptığı resimlerin bizden sonra ne olacağı endişesini taşıyorduk. Bir de ömür boyu biriktirdiği, artık etnoğrafik olmuş eski eşyalar vardı. Bazıları bizim de kullandığımız, bazıları eşin dostun attığından, bazıları eskicilerden alınan… Evde yer bulamadığımız için sattıklarımızın dışında elimizde kalanlar.. Bunlar geleceğe kalmalıydı..
Bu amaçla Yalova’daki evin bahçe katını ‘Özel Müze’ yapmaya karar verdik. Yalova İl Kültür Müdürlüğü’ne başvurduk. Onlar Bursa’ya havale etti. Önce umutlandık. Ama sonra öyle şeyler istendi ki evin üst katını da versek olmayacaktı.. Hâlbuki biz 100m2 civarındaki alt katta onların istediği hizmetleri yapabilirdik. Özet olarak olmadı. Uzatmadık.
Biz de Sanat Merkezi adıyla amacımızı yerine getirmeye karar verdik. Alışılmışın dışında tabii.. Buradaki tüm resim ve eşyaları BLOG’A yükleyerek aynı zamanda ‘Sanal Müze’ yapacağız.
BLOG’UN Sanat Merkezi kategorisini bu konuya ayırdım. Zamanla tüm öğeleri buraya yükleyeceğim. Önce eski yapılmış resimleri, sonra yenilerini, sonra da etnoğrafik eski eşyaları.. Daha sonra arzu eden koleksiyoncu yakınlarımızın eserlerini…
Sanat Merkezinde etkinlikler yapmayı da planlıyoruz… Kültür Müdürlüğüne bildirip turların uğramasını da..
Alışılmışın dışında bir hayalimiz var… Umarım gerçekleştiririz demiyorum.. Yola çıktık zaten..
ARİF ATILGAN arifatilganKENT ve İNSAN MAYIS 2019
BİR SANATÇI PORTRESİ
Arif Atılgan
Gülümser Atılgan’ın iyi resim yaptığı çok küçük yaşlarında belli oluyordu. Lise son sınıfta kesinlikle ressam olmaya karar vermişti. 1974 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Dekoratif Resim bölümüne girdi.
Gülümser Atılgan
1977 yılında öğrenciyken Türk Kültür Vakfı Özel Jüri Ödülünü kazandı. 1979 yılında üniversiteyi bitirdi. Mezuniyet öncesi ve sonrasında çeşitli sergilere katılma hakkı kazandı.
1977 Yılında Türk Kültür Vakfından Ödül Alan Resim
Okul sonrası bir süre Bursa Mustafa Kemal Paşa’da kalmıştı. Resim yapma ortamı olmadığı gibi istediği boya, tual malzemelerini de bulamıyordu. Soba üzerinde yer yer yaktığı yazılı kâğıtlardan kolâjlar deniyordu. Bunlardan birini Devlet Güzel Sanatlar Akademisi 2. Sanat Bayramı Etkinliği Yeni Eğilimler yarışmasına göndermiş, ödül almıştı.
İstanbul’a yerleştikten sonraki çalışmaları modern tarzda idi. Yaptığı resimleri yarışmalara gönderdiğinde hepsi ödül veya sergilenme hakkı kazanıyordu.
1981 yılında Nişantaşı’ndaki galerilerden birine götürdüğü kolâj çalışması, Galerinin kadın yöneticisi tarafından satılamayacağı sebebiyle kabul edilmemişti. Aynı çalışmayı o sıralarda düzenlenen İstanbul Festivali Resim Heykel Müzesi Günümüz Sanatçıları yarışmasına göndermiş, ödül kazanmıştı.
Tesadüf, törende ödülünü veren kişi o resmi galerisine kabul etmeyen kadın galericidir. Kendisi Düzenleme Komitesindedir. Sergi bittikten bir süre sonra aynı kişi bu sefer o çalışmayı galerisinde sergilemek ister. Ret edilir.
1981 Yılında İstanbul Festivali Resim Heykel Müzesi Günümüz Sanatçıları Ödülü Kazanan Kolaj
1984 yılındaki bir sergisinde komşu salonda sergi açan kişi kartpostal resimlerini tablo yapmıştı. Satılanın yerine hemen o gün aynısını yeniden yapıyordu. Gülümser Atılgan bu tip resimler için ‘fotoğraf makinesiyle yarışmak’ tanımı yapar.
Sanatçımız modern resim yapmak istiyordu. Ancak bu tarz resimlerin alıcısı olmuyordu. Hâlbuki resimlerinin satın alınması sanatçıya güven verirdi.
1987 yılında şekilleri deforme ederek yeni bir tarz oluşturdu. Yine modern resimlerdi aslında. İlk olarak Adalar Kültür Şenliğine gönderdiği resimle olumlu tepki aldı. Ankara’nın en önemli galeri sahibi kendisine sergi açması teklifinde bulundu.
1987 Yılında Adalar Kültür Şenliğinde Sergilenen Resim
Ankara’da açılan ilk sergisiydi ve ilk gece kokteylde bütün resimleri satılmış üzerlerine kırmızı nokta yapıştırılmıştı. Daha sonra da Ankara’da çeşitli sergiler açtı. Ancak Galeri sahibinin, Ankaralıların sevdiği tarzı ve ebatları önermesi kendisinin sanatçı kimliğini rahatsız etmişti.
30'lu yaşlardaydı. Ressamlarının yaşamadığı, antika olmuş tabloların satıldığı bir müzayedeye resmini gönderdi. 100.000TL nin altında olmayan tablolar kapışılıyor, Onun 3.000TL lik tablosuna alıcı çıkmıyordu.
Resim “piyasasının” içini sevmemişti. Küratörler, board yapmalar, paslaşmalar.. Çeşitli yayınlarda sanatçıyla ilgili yazı yazan bazı yazarların karşılığında resim istemesi..
Kendisinden resim alanlar arasında Başbakan Yardımcısı Sermet Refik Pasin (1982-1983), ABD Elçisi Abramowitz (1989-1991), Maliye ve Gümrük Bakanı Adnan Kahveci (1990-1991), İtalyan Kaslowski ailesi, Ankara’nın önemli restoranı Mangal gibi kişi ve kurumlar vardı. Sermet Refik Pasin’in Kuşlar isimli ödüllü resmi için açık çek önermesi ilginç bir anısıdır.
1984 Yılında Resim Heykel Müzeleri Derneği Günümüz Sanatçılarında Ödüllü ‘Kuşlar’ İsimli Tablo
2000 yılında, Galatasaray’da Yapı Kredi Sanat Galerisini gezerken yeni yayınlanan kitaplara gözü ilişir. Birinin adı Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisidir. Belki bir gün benim de adım olur içinde, diye düşünür. Ansiklopediyi incelemek için eline alır. Rast gele bir sayfa açar. Şaşırır. Sayfada kendi adı yazmaktadır. Ansiklopediye girmesi Onu çok mutlu eder.
Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisinde Gülümser Atılgan
Bir gün telefonla arayıp resimlerinin değerini sorarlar.. Evinin bahçesine barbeküde yakılmak üzere koyduğu eskiz çalışmalarını çalan biri onları değerlendirmek istemektedir.
Parası olmadığını söyleyen arkadaşına resim hediye eder. Ona konuk olduğunda o resmin yerde durduğunu görür. Bir daha kimseye resim hediye etmez. Eserine değerini vermeyeceğini hissettiği kişilere resim de satmaz.
Okullarda hocalık yapar. Özel ders almak isteyenler olur. Özellikle Akademiye girmek isteyenleri önce sınar. Işık gördüklerine ders verir. Ders verdiklerinin hepsi istedikleri bölümü kazanmıştır.
Ders paketi bittiğinde öğrencilerine, ‘Şimdi resim yapmanın kurallarını öğrendin. Sadece ressam oldun. ‘Sanatçı Ressam’ olacaksan bu kuralları bir kenara koyup kendi tarzını bulmalısın.’ Der.
Sanatçının özgür olması gerektiğini, memur sanatçı olunamayacağını savunur. Sanatçının akademik unvanlarını kabul etmez. Çocuk yaştakilerin sanatçı, ressam olarak kabul edilmesinin yanlış olduğunu, zira sanatçının dünya görüşünün oluşması gerektiğini ifade eder.
Ödülleri, sergileri olmuştur. Umurunda değildir ama gelir de elde etmiştir. Artık retrospektif yani kariyeri boyunca yarattığı eserlerden derlenmiş sergi açma zamanının geldiğini düşünür.
2007 yılında Kadıköy Belediyesinin Caddebostan Sanat Galerisine özgeçmişiyle başvurur. Galeri yetkilileri, jürilerinin incelemesi için resim ister. Buna alınır. Der ki, ‘Özgeçmişimi okuyun. Orada yazılanları kanıtlamamı isteyin. Gerekirse ödüllerimi getireyim. Ama kendimi sınatmam.’ Yetkililer aldırmaz. Hâlbuki o tarihlerde, Galeride Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin asistanları dâhil çeşitli kişiler sergi açabilmektedir. Canı sıkılır.
Maltepe Belediyesinin Sanat Galerisine başvurur. Dilekçesini verip eve geldiğinde Belediyenin yetkilisi telefonla arar. Yetkili, ‘Gülümser Hanım, galerimizde sergi açmanız bizim için onurdur. Kira ücreti istemiyoruz, istediğiniz tarihleri de Siz seçin.’ Der.
O tarihte Kadıköy Belediyesi kendi anlayışına uyan, Maltepe Belediyesi uymayan siyasi parti tarafından idare edilmektedir.
Küser. Birkaç yıl resim yapmaz.
Şimdi yeni bir dönemindedir. Ezoterik öyküleri, çok sevdiği modern tarzla işlemektedir. Yalova’daki evinin alt katını sanat galerisi haline sokmuş, orada çalışmalarını sürdürmektedir. Resim satmak, sergi açmak gibi amaçları yoktur. Tamamen ‘Sanat İçin Sanat’ yapmaktadır.
Bir ‘Gerçek Sanatçı’ öyküsü.. Tarihe not düşülmesi için yazdım.
ARİF ATILGAN NİSAN 2017
SANAT MERKEZİ VE ESKİ RADYOLAR
Gülümser Atılgan
Bizim kattığımız anlamın ve değerin dışında, eşyanın ruhu var mı diye sorduğumuzda, Kızılderililer, gölgesi olan her şeyin ruhunun olduğunu söylerler.
Bir kimya laboratuarı gibi çalışan yıldızlar ve galaksiler, gövdelerindeki çeşitli madenleri milyarlarca yılda oluşturup, gezegenimize aktardıklarında, bu materyalin sıradan bir şey olduğu nasıl düşünülebilinir. Ya da yıllarca, güneşin enerjisini bünyesinde toplayıp, şekilden şekle giren bir ağaç basit bir varlık kabul edilebilinir mi?
Bir eskici dükkânına girdiğimizde, geçmişleri güneşe kadar uzanan bir yolun sonuna gelmişlerdir. Eskiliğin kokusunda bu uzun yolun tüm aşamaları gizlenmiştir. Milyarlarca yılda yapılanmış bir kum tanesinin şeffaflaşarak cama dönüşmesinin bir mucize olmadığını nasıl söyleyebiliriz. Her biri, içinde fark edemediğimiz sırları barındırırken, ustasının kattığı alın teri, fikir, yaratıcılık, benim o eşyayı kullanırkenki enerjimle buluşuverir bir anda.
Sosyal Devrim, Teknolojik Medeniyet diyerek adlandırdığımız bu Endüstri Çağının bir sonucu olarak, bakır kaplarımızla plastik leğenleri değiştirdiğimizde, ruhlarımızdaki bozulma da başlamıştı. Bu bozulma sonraki dönemde ruhumuzu bir yerlerde bırakıvermeye kadar gitti. Bir yerlerde bırakılan bu ruhlar bana eski bir radyonun cızırtılı frekansında toplanmış gibi gelir. Eski eşyaya sevgim ve saygım bundandır belki de.
Sevinçler, hüzünler bir yazmanın motifinde toplanıp, bir iğne oyasında gözyaşına dönüşerek akarlar, akarlar.
Bazen okul harçlıklarımdan arttırarak satın aldıklarım, bazen içimdeki heyecanı hissederek hediye edilenler, bazen bir köy ziyaretinden topladıklarım, aile büyüklerimin anıları, yada çöpten topladıklarımla ben farkında olmadan dünyayı biriktirmişim.
Aynı coşku, boya ve tuval alma şansımın olmadığı bir yerde yaşamak zorunda olduğumda, bir sanat olarak ortaya çıkıverdi. Eski bir kitabın sayfalarını, sevdiğimden gelen mektupların özlem, hüzün, aşk kokan satırlarının olduğu kağıtları, odun sobası üzerine koyup, kızartıp, eskitip, yakıp, bu yanmışlığının üzerine tüm duygularımı boşalttığımda, sanat serüvenimin yolu belli olmuştu artık. Kayın validemin eski Türkçe ile tuttuğu fizik notları, eski pullar, fotoğraf parçaları materyallerimdi. Sonradan bunları büyük tuvallere aktarınca başka bir evreye geçtim. Son evre ise ruhumun yedi kat gök ve yedi kat yerini keşfetmekti.
Bir Çağdaş Sanat Bienaline gitmiştim yıllar önce. Eserlerden bir tanesinde eski el yapımı, kahverengi bir ahşap bavulun içine, hafif sararmış dantel gelinlik yerleştirilmişti. Üzerine toz naftalin serpilmişti. Toz naftalinin kristalize pırıltısından başka, kokusu ile de etkileşime girmiştim. Naftalinin üzerine bir inci gerdanlık konulmuştu. İncinin saflığı çağrıştıran duruluğu üzerinde çerçeveli sararmış bir fotoğraf vardı. Bir gelin–damat fotoğrafıydı ve camı kırıktı. Uzun ve kırık bir öykünün tek karede anlatımıydı. Eski radyoların tüm frekansları bize bir kerede vermesi gibi. Tüm zamanların bir anda yaşanması gibi..
Sanat Merkezinde geçirilecek bir zaman diliminde, hissedilecek olan, eski radyolarda olduğu gibi, tüm yaşamın tek karedeki öyküsüdür. Bir düşünür, sanatın, batan bir geminin kamarasına resim yapmak gibi bir şey olduğunu söyler. Düşünceler bir anda gelirler ve bir eskici dükkânında oraya buraya saçılmış eski fotoğraflar gibidirler. İyi ki vardırlar. Her sıkıldığımda okuduğum kitaplar, seyrettiğim filmler, gezdiğim sergiler, dinleti ve konserler iyi ki varlar. Zamanı bir gemi gibi düşünürsek, Sanat Merkezi bu geminin küçük bir kamarası gibi.. Bu kamaradaki eski radyolarda, birileri, kaybettiği ruhunu buluverir belki kim bilir..
GÜLÜMSER ATILGAN arifatilganKENT ve İNSAN HAZİRAN 2019
GÜLÜMSER ATILGAN'IN RESİMLERİNDE 3 DÖNEMİ VAR
1. DÖNEM RESİMLERİ (1977-1984)
2. DÖNEM RESİMLERİ (1984-2010)
3. DÖNEM RESİMLERİ (2010-2019)
1. DÖNEM RESİMLERİ (1977-1984)
1- ÇEVRE PULU (30x40)
2- YANIK KAĞITLAR (25x35)
3- SCKRABE (26x32)
4- TIRTIL (27x31)
5- TIRTIL PULU (25x35)
6- YANGIN (31x41)
07- ANIT (1.10x1.10)
7- PADİŞAH PULU (35x30)
8- ATATÜRK PULU (35x45)
16- PAPAĞANLAR (80x100)
19- YELKENLİ (70x100)
22- ŞEHİR VE MARTILAR (70x100)
42- KARELER (50x70)
43- BEYAZ KARE (50x60)
44- KARE GÜNDÜZ VE GECE (50x60)
45- KARE GÜLLER (50x70)
46- KARE İKİLEM (70x60)
47- GECE VE ŞEHİR (75x100)
48- BAKIR (35x60)
49- SARI (35x60)
50- PORTRE (45x35)
51- YANIK KUŞLAR (45x30)
52- GÖZLER (25x40)
53- BÖCEKLER (45x35)
54- BEYAZ PENCERE (30x30)
55- YANIK BÖCEK (30x35)
56- İKİLEM (28x30)
58- BAKIŞLAR (25x30)
63- ŞEHRE DOĞRU (50x35)
64- YAN PORTRE (35x40)
87- HAYALET ŞEHİR (35x30)
88- ESKİ NOTLAR (46x40)
90- KÖRLÜK (40x35)
92- KIRIK ŞEHİR (25x35)
2. DÖNEM RESİMLERİ (1984-2010)
01- KUŞLAR (60x85)
02- ORADAKİ KÖY (60x85)
03- KEDİLER (60x85)
04- DENİZ DERYA (50x70)
05- GÜLÜM (25x35)
06- SCHRODİNGER'İN KEDİLERİ (50x60)
09- KENDİNİ ARAMAK (70x100)
9- PENCEREMDEN (50x70)
10- KUŞLARIN DANSI (50x70)
011- GÜL (50x50)
11- HAYALET KEDİLER (50x70)
012- BÜYÜK PATLAMA (50x70)
12- MEVLEVİLER (70x90)
13- NUH'UN GEMİSİ (50x40)
014- KIRMIZI MEVLEVİLER (70x100)
14- AKVARYUM (80x100)
15- GECE VAPURU (70x80)
16-
17- PENCEREMDEN KUŞLAR (80x100)
17-
18- BEBEK (80x100)
20- KEDİ (80x100)
21- KIR KOROSU (70x100)
23- GECE KUŞLARI (50x70)
24- GÜLLER (50x70)
24-
25- KUŞ BOYUTU (50x70)
26- MELEK KUŞLAR (60x50)
27- PAPAĞANLARIN EVRİMİ (50x60)
28-
41- PAPAĞANDAN KUŞA (50x50)
48-
57- ÇİÇEKLERİN DÜNYASI (50x60)
59- İPEK BÖCEĞİ (60x50)
60- BÖCEK (25x35)
61- BÖCEK 1 (25x35)
62- BÖCEK 2 (25x35)
65- KÖYLER (55x43)
66- KUŞLARIN KÖYÜ (25x35)
67- PASPARTU KÖYLER (42x52)
68- KEDİ KOROSU (45x55)
69- NATÜRMORT (60x55)
3. DÖNEM RESİMLERİ (2010-2019)
28- YARADILIŞ
İnsanlık sürekli varoluşunun nedenini araştırır. Kimliğini, amaçlarını, yeryüzünün gizemini sürekli sorgular ve ‘BİLMEYİ’ ister. Yaratıcı ise ‘BİLİNMEK’ ister. Bilmekle, bilinmek arasında ki, bir anda olan kavramadır YARADILIŞ. Oluşan bilinç, içinde SEVGİ de barındırır. Yaratıcı, sadece sevgiden oluşmuş bir enerji olduğundan, yaratılan ile yaratan arasındaki farkın kalmadığı bir andır bu an. İnsan, yaratıcının enerjisini çoğaltan bir organizasyon olduğu için bunu, bile isteye yapana ne mutlu. Tohumla toprağın kavuştuğu andan sonra, kökleri toprakta yayılan, dalları ise göğe ulaşan bir ağaç gibi, sürekli gelişen bir haldir yaratım.
Mitolojide HELİOS olarak adlandırılan güneşimiz, Helium atomlarından oluşur. İki helium atomu birbirini çeker. Hızla çarpışırlar, büyük bir ısı oluşturup çok sayıda helium atomuna dönüşürler. Bu durum sürekli devam ederek güneşin hiç tükenmeyen enerjisini oluşturur. Yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişki buna benzer şekilde mükemmelden en mükemmele bir gidiş ve sonsuz bir yaratımdır.
Yaratıcı kendi birliği ve bütünlüğü içinde iken ayna benzeri bir boşluğa bakar ve DOĞA dediğimiz çokluğunu, devinimini, hareketini seyreder. Baktığı boşluk Adem’in kalbi, Seyreden göz Ademin gözüdür. Yaratıcı Ademin kalbinden ve gözünden kendi doğasını görür.
Yaratıcı, ayna benzeri başka bir boşluğa bakar ve burada bütünlüğünü, birliğini görür. Bu boşluk Havva’nın kalbidir. Yaratıcı Havva’nın kalbinden ve gözünden kendi birliğini seyreder.
Havva, Adem’in kalbinde doğayı ve devinimi seyrederken, Adem ise Havvanın kalbinde kendi bütünlüğünü görür.
Daha başka bir anlatımla yaratıcı, büyük bir patlama benzeri oluşumla, bin bir zerreye böler kendini. Onu bilecek ve seyredecek olan göz, her bir zerreye bürünüp, bunu tek tek yaşayacak, aynı anda da bütünlüğü ve sabitliği deneyimleyecektir. Mevlana’nın Sema Raksında bir ayağın sabit kalıp, diğerinin dönmesi gibi..
Mitoloji önce kaos vardı diyerek başlar. Kaos, düzensizlik içindeki düzendir. Kaostan Ureanüs ve Gaia yaratılır. Ureanüs yılan, Gaia titreşen, dans eden anlamındadır. Buradan aynı ipin iki ucu olan bir yapıyı anlıyoruz.
Biz rahman ve rahim olan yaratıcının adıyla işe başlarken, Yaratıcı, eril ve dişil yönüyle, bizde çoktan ifadesini bulmuştur. Kadim toplumlardaki Ana Tanrıça kültü Yaratıcının doğa içindeki dişil yönüdür. Doğanın içindeki çokluk ve çeşitliliğin bütünlüğünü temsil eder. Bu Yaratıcının rahim yönüdür. Doğurgan, besleyici, büyütücü.. Tüm kadim toplumlarda HİLAL ile simgelenir. Rengi derin mavidir. Lapis Lazuli mavisi. Eril yönü ise kırmızı renk içindeki kuyruklu yıldızdır. Hilal ile kuyruklu yıldız da Ureanüs ve Gaia gibi aynı ipin, iki ucudurlar. Tasavvuftaki Vav harfidirler. Kendi içindeki kıvrılmış halden sevgi enerjisinin bir anlatımı olan AY- YILDIZ belirir. Tüm kadim Türk toplumlarının bu kutsal işareti bizimde bayrağımızdır.
GÜLÜMSER ATILGAN EKİM 2019 arifatilganKENT ve İNSAN
29- KAOS
Bütünlük ve birlik özelliği ile DİŞİL ENERJİ, Yaratıcının özünden, doğayı, hareketi, devinimi ve çokluğu seyretmektedir. Bu çokluk bir KAOS halinde düzensizlik içindeki düzendir. Uzay benzeri bir boşlukta sıçrayan her bir zerre, içinde, yerleşeceği yerin bilgisini taşıyarak yavaşça aşağı süzülerek, SONSUZ KÜÇÜKTE maddeleşmeye kadar gider. Dişilin; Erilin kalbinden gördüğü ; Kendi yansımasıdır. Eril ise kendi bütünlük ve özünü dişilin kalbinde gördüğünde oluşan bir sevgi patlamasıdır. Yaratıcı SEVGİDİR. Sevginin ise iki kutbu vardır. AY-YILDIZ ile ifadesini bulan bu kavrama anında, yıldızın bir ucunun saat yönündeki döngüsü ile Hilalin bir ucunun tam zıddı yönündeki döngüsünde dans ediyor gibidirler. Zıt yönlü bu iki enerjinin dansı, atmosferimizdeki hava akımlarının yarattığı ’Fırtınanın Gözündeki’ denge halidir. Bu öz artık ne eril ne de dişildir. Yelkenlide denizin salmaya yaptığı güç ile rüzgârın yelkene yaptığı gücün dengesi gibi bir haldir bu.
Mitolojide anlatıldığı gibi, Kaostan UREANÜS ve GAİA doğmuştur. Fırtınanın gözündeki denge, bir yılan gibi süzülerek tüm kozmosu dolaştığında Ureanüs adını alır. Titreşerek dans eden ise Gaia’dır. Gaia, Ureanüs’e hareket ve titreşimi verendir. Kozmik Yılanın dansıdır Ay-Yıldız. Sonsuz dengede titreşirlerken merkezkaç kuvvet ile çepere doğru çekilerek SONSUZ BÜYÜĞE; Kütle çekim kuvveti ile merkeze doğru hareket edip, SONSUZ KÜÇÜĞE evrilirler. Büyükten küçüğe evrilirken farklı güçlerin etkisi ile titreşimleri de değiştiğinden âlemler ve boyutlar oluşur. Kadim toplumların, içinden kutsal içeceklerini içtikleri bereket boynuzudur bu şekil. Üstten görünümde ’Daire ve ortasında nokta’ ile sembolize edilir. Sonsuz küçüğe doğru, farklı titreşimlerin oluşturduğu dört nehir kutsal geometriyi hazırlamaktadır. Maddenin dört yapı taşı olan ateşin, havanın, suyun ve toprağın ANTİ MADDELERİ enerjisel halde hazırdırlar. Dört kenarlı karesel yapının içerisine kozmik yılan, kutsal kapıdan süzülerek girer ve ortada GÜNEŞ formunda yer alır. Kutsal Kapı atomik yapı ile enerjetik kozmos arasındaki eşiktir. Bu yapı ‘Mimarlık Amblemi’ olarak ifadesini bulur günümüzde. Eril ve dişil birbirini kesen zıt yönlü üçgenler halindedir. Ancak merkezkaç gücü ile bir santrafüj hareketi yaparak on iki yapraklı lotus çiçeğine dönüşmüşlerdir. On iki zıt yönlü kuvvet, on iki kesişim noktasında on iki TEEMA ya, yani farklı titreşimlerdeki farklı karakterlere dönüşürler.
Yıldızlardan, galaksilerden, birçok güneşlerden oluşan ve dünyamızın da içinde bulunduğu evrenimiz atomlardan oluşmuştur. Üç enerji topunun, kütle çekim kuvveti ile çekirdeği, merkezkaç kuvveti ile elektronu oluşturduğu, bunların birbiri etrafında dönmelerinden oluşan güçle, atomların meydana geldiği, atomlarında yıldızları galaksileri oluşturduğu, adına EVREN dediğimiz bu büyük kütle, Kutsal Geometrinin içinde bir milimetre çapında ki nokta olarak yerini alır. Sonsuz büyüğe evrilen, enerjetik kozmosun ortasında düşüncelerin ve bilmenin hazırlayıcısı, bakışa göre bazen enerji, bazen atom olan kutsal Geometri ve merkezde bir milimetre çapında gibi görünen atomik evrenimiz. Kutsal Geometriye bazen atom bazen de enerjiye dönüşebilme özelliğinden FOTONİK KUŞAK diyebiliriz. Fotonik Kuşak bizim atomik evrenimizle birlikte Enerjik kozmosun ortasında bir DAĞ görünümündedir. Mitoloji bu dağa OLİMPOS DAĞI der. Yumurta şeklinde oluşundan, Kaz Dağı, Mer-i Amon, Meryem’in Yumurtası, İda Dağı, Ada dağı olarak anılır. Dağların kutsallığı bundandır. Daire ortasındaki nokta kutsal işaretidir.
Mitoloji, foton kuşağının kozmosa bakan son halkasına ZEUS der. Hera; Zeus’un dişil yönüdür ve mitoloji onları evli olarak anlatır. Sadece kozmosa bakan mavi elbiseli kutsal Tanrıça HERA’ dır. HERA çeker, ZEUS iter ve yaşamı oluştururlar. Zeus bu itme ve çekmelerle, foton kuşağı içindeki tüm halkalarla birleşir. Her birleşme yeni bir oluşum başlatır. Bu oluşum ve birleşmeler Mitolojide Zeus’un evlilikleri ve çocukları olarak anlatılır. Zeus’un eril ve dişil üçgenleri birleştiren halka olan LETO ile birleşmesinden ikiz çocukları ARTEMİS ve APOLLON doğar. Apollon kırmızı renkle ifade edilen üçgenin tam ortasındaki GÜNEŞ, Artemis, aşağı doğru bakan ve mavi renkle gösterilen ters üçgenin tam ortasındaki daire ile ifadesini bulur. Bizim evrenimiz dengeyi ifade eden güneşin ortasındaki noktadır. Bu nokta yaşam tohumudur. Mitolojik öykülerdeki detaylar kutsal geometriyi tanımlar. On iki yıldız farklı görevleri olan on iki tanrıdır ve bunlar Olimpos’ta otururlar. Bütünsel Yaratıcının on iki farklı TEEMA’sıdırlar.
Tek tanrılı dinler de, bu oluşumdan kendi kutsallarını yaratırlar. Mabetler, camiler dört kenarlı kare yapı üzerine, kozmosun ifadesi olan kubbenin oturtulması ile inşa edilir. Ana salonun tam ortasında şadırvan, ya da atomik evrenimizi temsilen bir yapı veya bir avize bulunur. Ana kapıdan girilen yol sunağa, mihraba kadar gider. Müslümanlar kubbe üzerine HİLAL şeklinde âlem yerleştirirler. Kutsal yol ve güçlerin dağılımı Hristiyanlar’da Katolik Haçı ya da Latin Haçı’dır. Museviler ise on iki yapraklı Lotus çiçeğinin ışıklı yapraklarını Yedi Kollu Şamdan şeklinde yorumlamışlardır. Lotus çiçeği de Budistlerin kutsalı olur. Birçok kadim ve modern şehirler planlarını Kutsal Geometriye uygun yapar. Örneğin Paris, Concord Meydanına büyük bir dönme dolap yerleştirir. Bu dönme dolaba benzeyen Kutsal Geometri’ye eski Türkler ÇARKIFELEK derler. Ortası ise GÖĞÜN GÖBEĞİDİR. Concort’tan Şanz Elize yolu ile Zafer Takı’na ulaşılır. Şanz Elize ‘Cennet Yolu ‘ demektir. Zafer Takı Apollon Güneşinin ortasına yerleşmiştir. Zafer Takı üzerinden on iki yol seyredilir. Şanz Elize’ye girilen Kutsal Kapı’ya Notre Dam kilisesi yerleşmiştir. Kilisenin cephesinde ise Kutsal Geometrik şekil vardır.
Avrupa birliğinin Bayrağı mor renk üzerine on iki yıldızdır. Eril Enerjilerin kırmızısı ile dişilin derin mavisi birlikteliklerinde mora dönüşürler.
KAOS, kavrama anındaki patlama ile BİLİNCE dönüşmemizdir. Tohumun filize, tırtılın kelebeğe dönüştüğü andır bu. Andaki Sonsuzluktur.
GÜLÜMSER ATILGAN KASIM 2019
30- KUYRUĞUNU YİYEN YILAN ( OREBOROS)
Plan, bir yapının üstten görünümüdür. Mimarlar, inşa edilecek bir yapının önce planını çizerler, sonra da bu plandan yola çıkıp kesit alırlar. Kesit yapının yandan görünümüdür. İçteki detayları kesitte gösterirler.
Cosmos ve evreni büyük bir yapı gibi düşünürsek KAOS ile bu yapının üstten görünümünü ve devamında kesitini inceleyebiliriz.
AOS’un düzensizlik içindeki düzeninin görüntüsünü kadim toplumlar BÜYÜK GÜNEŞ olarak kabul ettiler. İlahi ışığın üstten girip bir yılan enerjisi ile her tarafı dolaştığı bu küresel yapının kesit olarak görüntüsü ROMA’da ‘Tanrılar Tapınağı’ olarak anılan PANTEON ile ifadesini bulur. Panteon tarzı yapılar Anadolu’nun kadim yerleşimlerinde de görülür. Eski Türklerde ise bu anlatım çadırlar ve çadır direkleri iledir. Çadır ve çadır direği kutsaldır. Özel günlerde çadırın içinde toplanırlar. Yarım kürenin üstündeki yuvarlak delikten aşağıya okunmuş darı saçarlardı. Bu darı taneleri ilahi ışığı simgeler ve çadırın içindekiler de bu darı tanelerinin üzerlerine düşmesini isterlerdi. Bizim dilimize ve kültürümüze yerleşmiş olan ‘Darısı Başımıza’ deyimi bu inançtan gelir. Çadırın tam ortasında ise sürekli yanan bir ateş vardır. Bu ateş bizimde içinde bulunduğumuz evrenimizi simgeler.
Hayalimizde elimize büyük bir büyüteç alalım ve binlerce yıldız, galaksi, güneş ve dünyamızdan oluşmuş EVREN’in üzerine koyalım. Büyük bir atom yığını ile karşılaşırız. Bu, Maddesel evrendir. Bir büyüteç daha alalım ve atom yığınının üzerine koyalım. Elektron ve proton yığınını görürüz. Bunlarında üzerine büyüteç koyarsak aslında maddenin olmadığını her şeyin enerji ve titreşim olduğunu görürüz. Bu şekilde bir boyut atladık ve enerji alanına geçtik. Bu alana COSMOS diyelim. Maddesel Evren ile energetik cosmos arasında bizim bakışımıza, düşüncemize irademize bağlı çalışan, baktığımız zaman atom, bakmadığımızda enerji olan bir ara kuşak vardır. Bu kuşağa ise FOTON KUŞAĞI diyelim. Mitolojide ZEUS bu Foton Kuşağı’nın COSMOS ‘a bakan son halkasıdır.
Atmosferimiz de yaşadığımız fırtınanın gözü gibi, hortum gibi nötr bir denge halinde, yılan hareketi ile ilahi enerji, tüm cosmosu ve evrenimizi dolaşır. Foton kuşağına girdiği yer kıldan ince, kılıçtan keskin olarak Zeus yılanının kuyruğu ile ağzı arasındaki ince geçittir. Cosmos da yılanın hareketi gibi sürekli devinen ilahi enerji her boyutta değişim ve dönüşüme uğrayarak titreşimini değiştirir. Bu değişim ve dönüşüm cosmos ile foton kuşağı arasında ZEUS, bizim evrenimizde ise karanlık maddeyi temsilen SİYAH YILAN oluşumudur. İlahi Enerjinin bozunuma uğramadan ZEUS’un başı ile kuyruğu arasındaki dar geçitten geçip bizim evrenimize aktığı yüksek titreşimli enerjiye ARZIN AKSI diyelim. Çadır direği, dikilitaşlar, tapınak sütunları, kiliselerin kule çubukları, cami kubbelerindeki âlemler ARZIN AKSI’NIN ifadesidir. Arzın Aksı‘na mavi ile ifade edilen DİŞİL ENERJİ, kırmızı ile gösterilen eril enerji dolanmışlardır. Birbirine dolanmış bu üç yılan Tıbbın Amblemi olan Cadesus Asası olarak geçer. Delf Tapınağından getirilip Sultanahmet Meydanına yerleştirilmiş Burmalı Sütun gibi. Ya da Mimar Sinan’ın Selimiye Cami’inin minaresine yerleştirdiği birbirine dolanmış üç merdiven gibi.
Bu üçlü yapının dişil ve eril enerjileri Zeus’un ağzından Foton Kuşağına geçer geçmez ters yönlü olacak şekilde ayrılırlar. Tapınakların sütun başlarında İyon tarzı ters sarmal olarak gösterilen bu hareket Selçuklularda farklı yönlere bakan ‘Çift Başlı Kartal’dır. Birçok Avrupa ülkesinin bayrağındadır. Bazen de Kraliyet Arması olarak önemini korur.
Mitoloji; Gökler; Zeus’un-Sular; Poseidon’un-Yer; Hades’in der. Zeus Yılanı gülümseyerek hem Cosmos’a, hem de Evren’e bakarken, Hades madde evrenimizi temsil eden ELMA‘yı dişlemeye hazırdır. Elmanın dışında kalan alan ise Poseidon’dur. Denizler ve sular Poseidon’a aittir. Ancak bu denizi ve suyu bizim bildiğimiz deniz gibi düşünmemeli. Tüm kadim toplumlarda SU; Bilgi yi ifade eder. Bu bilgi kutsal bilgidir. BİLİNÇ’dir. Elmanın dışındaki alan büyük bir BİLİNÇ DENİZİ dir. Düşüncelerimizin geldiği yerdir.
İLYADA ve ODİSSEA destanında; İlyada ile anlatılan Truva savaşı Odisseus’un aklı ile hazırlanan tahta at ile kazanılmıştı. Odissea’da ise Odisseus’un savaştan sonra on iki gemi ile eve dönüşü anlatılır. Odisseus maddi evrenimizden çıkıp, POSEİDON DENİZLERİNİ aşıp, kıldan ince geçidi bulup, ilahi yolu takip ederek COSMOSA oradan da evine ulaşacaktır. Orası hepimizin evidir.
GÜLÜMSER ATILGAN
31- LALE
Kaos içinde zıt yönlerde akan eril ve dişil enerjiler santrifüj hareketi ile on iki farklı titreşime ayrılıp, bu döngü içinde zaman zaman on iki uçtan birleşince, on iki yıldızla ifade edilen on iki temayı oluşturmuştu. İlahi pırıltısı ile bu on iki yapraklı oluşum, sanki bir LOTUS ÇİÇEĞİ gibidir. Lotus Çiçeği, sonsuz küçükten, sonsuz büyüğe doğru evrimi içinde, yukardan aşağı ve aşağıdan yukarı olan hareketi ile dev bir LALE’ ye dönüşür. Lotusun yapraklarının uçlarda buluşması on iki yıldızı bir araya getirir. Mitoloji bunu Olimpos Tanrıları’nın bir masa etrafında oturup nektar içmeleri şeklinde anlatır. Arthur Efsane’sinde ise bir masa etrafında oturan on iki şövalye on üçüncüyü bekler. ARZIN AKSI bu masanın ortasına saplanmış bir kılıç gibidir. Bu kılıç beklenen on üçüncü şövalyeye verilecektir.
Farklı kişilik ve farklı TEMA’ya sahip on iki yıldız farklı renk ve titreşim tonları ile alt yapraklara doğru etkisini iletir. Bu etkiden ilahi sırların izdüşümü olan bilinç oluşacaktır. İNSAN’dır bu bilinç. Budistler Lotus Çiçeği üzerinde meditasyon yapan bir insan formu ile bu durumu anlatırlar.
On iki temanın farklı titreşimleri insanın bedeninde çakralar halinde yerleşmiştir. Lotusun alt yaprakları bir ateşin alevleri gibi onu sarıp sarmalamaktadır.
Osmanlı LALE’yi her zaman kutsamış, bir devre adını vermiş, çinilerinde, kaftanlarında lale motifini kullanmıştır. Lale tüm medeniyetlerin ortak değeridir.
GÜLÜMSER ATILGAN
32- İSİS YELKENLİSİ
KAOS’un ortasında dengelenen dişil ve eril enerjiler, birbirini kesen ters üçgenler şeklinde, ‘Kutsal Gül, Süleyman Mührü, Davud Yıldızı’ kavramları ile ifadesini bulur. Bu motif ‘Kadim Türkler’ de kutsal kabul edilip mezar taşlarına işlenmiştir. Osmanlı’da ise tılsımlı gömlekler üzerinde sıkça görürüz. Mitolojiye göre, atomik evrenin son bölümü olan Foton Kuşağı’nın cosmosa bakan son halkası ZEUS, itme ve çekme hareketi ile aradaki tüm halkalarla birleşince farklı titreşimdeki, farklı oluşumlara neden olur. Dişil enerjilerin oluşturduğu ters üçgen ile eril enerjilerin yukarı bakan üçgenini kuşatan LETO halkasının ZEUS’la birleşiminden ikiz çocukları ARTEMİS ve APOLLON’un doğduğunu söyler mitoloji. Merkezi bizim atomik evrenimiz olan ve tüm cosmosun dengesini sağlayan güneş olarak kabul edilen Apollon eril üçgende, Artemis ise dişil üçgenin ortasında yer alır.
Cosmosun sonsuz büyükten, sonsuz küçüğe olan hareketinde, yukarı ve aşağı doğru evrilen eril ve dişil enerjilerin, birbirini kesen ters üçgenlerinin kanatları, aşağı ve yukarda birleşerek ‘KUTSAL KÜLAH ve KUTSAL KASE ‘ yi oluşturur. Kırmızı, eril üçgenin uçlarının üstte buluşması ile oluşan kutsal külah, ‘Frigya Külahı’ olarak anılır. Tüm kadim toplumların rölyeflerinde, Tanrısal Kişiliklerin başlarında tasvir edilir. Mevlevi semazenlerinin de başındadır. Dişil üçgen ise uçlarından aşağı doğru birleşerek kutsal kâseyi oluşturmuştu. Bu; Kadın rahmi görünümündedir. Kutsal Kâse denmesi toplayıcı olmasındandır. APOLLON, merkezindeki atomik evrenimiz ve ARZIN AKSI ile Kutsal Külahı ve Kutsal Kase’yi dengeler. Rüzgarın YELKEN’e yaptığı güç ile denizin SALMA‘ ya yaptığı gücün dengelenip yelkenlinin yol alması hali gibidir. Enerjinin titreşimlerinin gerçekte bir ses olması ile müzikal bir yelkenlidir bu. Müziğinin sadece kalpten dinlenebileceği ‘İSİS YELKENLİSİ’dir. Kadim toplumların PHARA-İSİS’idir. Paris’in adıdır. Paradise=cennet’tir. Mitoloji; Kaos tan UREANÜS ve GAİA doğdu der. Ureanüs ve Gaia’nın çocukları ise CRONOS ve RHE’ dır. Bu ZAMAN ve MEKAN’dır. İsis Yelkenlisi zaman ve mekânın müzikal taşıyıcısıdır.
GÜLÜMSER ATILGAN MART 2020
33- AKÇAM AĞACI
ELMA ile sembolize ettiğim atomik evrenimiz karanlık madde ile kuşatılmıştır. Karanlık madde ATEŞ, HAVA, TOPRAK ve SU’yun anti maddesi olan dört çekim gücü ile KÜB şekline evrilir. Küb; İrademize, düşüncemize ve bakışımıza göre bazen atom, bazen enerji olan foton kuşağının ortasındadır. Foton Kuşağı yumurta şeklindedir. Bu sistem enerjik Cosmos’un merkezinde yer alarak sürekli yaşamı oluşturur. Hareketli iki oluşum arasındaki duruma ZAMAN dersek, bu sistemin spiral hareketi yumurtada belli bir yaşam formunu gerçekleştirip zamanını tüketerek yana doğru çekilim yapar. Cosmos yeni yaşam formlarını belli bir zaman sürecinde oluşturmak üzere aşağıdaki ALTIN YOL’dan yeni bir yumurtayı merkeze yerleştirir. Zamanını tüketmiş olan yumurta benzeri yapılar spiral çekimle yukarıdaki yıldıza ulaşır. Her yapı içinde oluşturulmuş BİLİNÇ bu yıldıza kotlanacaktır. Kolektif bilincin ifadesi olan yıldız İNSAN’dır. Zaman kavramı içerisinde, Fotonik Kuşağın merkezinde yer alan Atomik Evren her türlü yaşam formuna ev sahipliği yapıp bilince ulaşmış ve sürecini doldurarak İNSANLIĞIN kolektif bilincine yerleşmiştir. Spiral bir devinim içinde olan, sürecini doldurmuş tüm sistemler ince yeşil yollarla birbirine bağlıdır. Bu yapıları ile Cosmos’un tam ortasında büyük bir ÇAM AĞACI gibidirler. Kadim Türkler bu anlamda AKÇAM AĞACI’nı kutsayıp, altında sohbet edip, hediyeler, sunular bırakırlardı. Tam tepesinde de TANRI ÜLGEN’in oturduğuna inanırlardı. Sonradan bu inanç, HUNLARIN akınları ile Avrupa’ ya yerleşti. Bugün Avrupa ve ABD de Noel Ağacı olarak evleri süsleyen çam ağacı Kadim Türklerden gelse de insanlığın Kollektif Bilincinde her zaman yerini koruyacak, insanın zaman yolculuklarına imkan tanıyacaktır.
GÜLÜMSER ATILGAN
34- ÜÇLEME
Yaratıcı bilinmek için sonsuz sayıda parçaya böldüğünde kendini, onu bilecek olan, her bir parçayı –AYNI ANDA- tek tek yaşayacaktır. Oluşumu, Yaratıcı’nın bütünlük içindeki özünden de seyredecektir. Bu nedenle seyreden ile seyredilen aynıdır ve bizim BENLİĞİMİZDİR.
Hz. İsa, Baba-Oğul-Kutsal Ruh birdir dediğinde, Tanrı-Ben-Evren birliğini anlatmak istemişti. Işığın bir kristalden geçip yedi renge ayrışması gibi, Yaratıcının Ruhu bizim zihnimizden geçtiğinde maddi evrenimiz oluşur. Yaratıcının özünden her şeyi seyreden benliğimiz ile madde evreninde kendimizi ifade ettiğimiz maddi benliğimiz buluştuklarında SEVGİ ile kavuşurlar. Böylece Yaratıcının SEVGİDEN oluşmuş enerjisini çoğaltırlar. Bu nedenle insanlık yaratıcının enerjisini SONSUZ SEVGİ ye taşıyan bir organizasyondur. Önemli olan bunun bilinç ile yapılması iken, farkında olunamaz.
Mitoloji Yaratıcının özündeki benliğimizi Dionizos olarak adlandırırken, dünyadaki maddesel benliğimize Baküs der. Bunu bir vazo ile sembolize eder. Vazo rahim olarak düşünülebilinir. Çift taraflı, zıt yönlü sarmalın süslediği bu vazoya tek bir kapıdan girilir. Yaratıcının özünden gelen NUR’un BENLİĞiM’den geçerek atomik, madde evrenimizi oluşturduğu bu sistemi, BACÜS, yani çift sarmallı yapı taşır. Bu haliyle bir vazo içindeki üç gül gibi, sevgi enerjisi ile sarmalanmışlardır. Bu yapı hava, toprak, ateş ve suyun anti maddesi olan dört eril ve dört dişil enerjinin iç içe geçmesi ile oluşmuş bir sekizgen havuza yansır. Sekizgen havuz sevgi birliğinin kalesidir.
GÜLÜMSER ATILGAN
35- PİRAMİT
Elmanın etrafında dört elementin anti maddesi ile kübe dönüşmüş karanlık madde, dişil enerji İONA ile kuşatılmıştır. Yumurtayı anımsatan Foton Kuşağı’nın ortasındadırlar. Enerjetik yapıdaki cosmos ise iç içe geçmiş piramit şeklinde, bu atomik yapıdaki sistemi merkezine alır. Bu kutsal yapı KABE ile ifadesini bulur.
GÜLÜMSER ATILGAN
36- LABİRENT
Yedi kat yer ve yedi kat gökten oluşmuş kutsal yapının derinliklerine inmeğe hazırız artık. Atomik yapıdaki kübü sarmalayan dişil enerji İONA, yavaşça karanlığın derinliklerine doğru süzülerek iner. Elinde sevginin ve bilginin meşalesini taşımaktadır. Bu yapı içinde farklı düşüncelerin titreşim frekansları ile her türlü nebatat, hayvan modelleri ile elmanın sembolize ettiği evrenimizi dayayıp döşer. Burası evidir artık. Eril enerji, İONA’nın farklı titreşimlerdeki dansı ile oluşmaya başlamıştır. Bir iken iki olmuşlardır. Aynı ipin iki ayrı ucu da olsalar farklıdırlar. Eril kendi gerçeğini fark edinceye kadar kalbinde dişil enerjiyi, elinde de ALTIN ORAĞINI taşır. Kendi gerçeğini fark edebilmek süreci hasat zamanını da hazırlamaktadır. Tüm oluşumlar tamamlanıp yeterince bilinç oluşturduktan sonra bu karanlık yapıdan çıkıp gerçek evlerine dönme vakitleri gelmiştir. İkilik tamamlanmıştır. Birliğe ve bütünlüğe yol alacaklardır. Bir artı birin, bir ettiği zamandadırlar artık. Aynı ipin iki ayrı ucu da olsalar bir tanesinin kendini feda etmesi gerekmektedir. Feda edecek olan erildir. Eril, atomik ve karanlık yapının bir ürünüdür. Eril ve dişil karşı karşıya geldiklerinde dans etmeye başlarlar. Bu dans, erilin kendini feda etmesi İONA’ya kavuşması, birlik ve bütünlüğe ulaşarak tamamlanması ile son bulur. Mitoloji, Kibele ve Attis’in dansı olarak anlatır bunu. Ana Tanrıça KİBELE her zaman kucağında oturuyormuş gibi tasvir edilen ATTİS‘i iter ve dans etmeye başlarlar. Büyülü bir danstır bu. Attis kendinden geçmiş bir halde Altın Orağı ile kendini hadım eder. Dökülen kanlardan büyük bir çam ağacı çıkar. Bu nedenle kadim toplumlar çam ağacını kutsayarak, altında sohbet edip, sunular bırakırlar ve ağacı süslerlerdi.
GÜLÜMSER ATILGAN NİSAN 2020
37- TUBA AĞACI
Tuba Ağacı, sözlükte; Cennette olduğu düşünülen, ters ağaç olarak tanımlanır. Atomik evrenin kübik yapısına giren ilahi enerji, on iki farklı renk tayfı ve frekanstaki ışınımları ile yeryüzünde yaşayan her bir insanın TAÇ ÇAKRA’sındaki aynı frekansla bağlantısını kurar. İnsanın TAÇ ÇAKRA’sında tek bir noktada bütünleşip, omurgadan aşağı süzülerek inen bir yılan gibi görünerek tüm hücre ve organlarımıza dağılır. İnsanın bu yaşam enerjisini kullanabilme kapasitesi genellikle düşük olduğundan tüm sisteme aktarılamayıp, kuyruk sokumunda birikir. İnsan; kötücül yapısını dengeleyemediği zaman, burada yerleşen ve bozunuma uğrayıp, siyah renge bürünmüş yaşam enerjisi, kötücül bir yapı olarak, kuyruk sokumundan sanki bir kuyruk gibi ileri doğru uzanır. İnsanın kendinden uzaklaşması ile doğru orantılı olarak kendisinin fark edemediği bir şekilde belli bir uzunluğa ulaşır. Yüksekten duyu dışı bakan bir göz, bunu çöreklenmiş bir yılan şeklinde görür. Eski Mısır Medeniyetindeki kabartmalarda ve hiyerogliflerde insanın kuyruk sokumuna bir akrep yerleştirirler. Akrebin iğnesi ve zehri, bağırsağının dışarı doğru devam eden kısmının tam ucundadır. İnsanın bağırsaktan devam eden kuyruğu gibidir. Yaşamın kutsal enerjisi olan ilahi enerji, siyah küp içerisinde kendisini yansıtabilen, dolaşımına izin verebilen, bütünleyip çoğaltabilen tek bir kişiye, yada merkeze odaklanır. Kişi olarak düşünürsek, İNSAN-I KAMİL, çokluk olarak MESİH BİLİNCİ’dir bu merkez. GÜNEŞ KELAM’dır. Damarlarından akan kırmızı kanı ile ve bağırsağından uzayan görünmez siyah enerjisi ile yedi milyar insanın üstten duyu dışı görünümü bir elmaya dolanmış siyah yılan gibidir. İlahi yaşam enerjisi ise on iki ışınıma ayrılıp her bir insanın TAÇ ÇAKRASINA uzanarak ve burada bütünleşip omurgadan tüm dokulara yayılarak, pırıl, pırıl ama ters yönlü bir ağaca benzer. Kökleri cennette olan ters TUBA AĞACI’dır bu.
GÜLÜMSER ATILGAN
38- YILDIZ
İnsan maddesel bedeni ile bütünleşirken, bu bedenine eşlik eden atomik ya da enerjetik yedi bedeninin daha olduğunun farkına bile varamaz. Bu farkında olmama hali ile yaşayarak kendini dar bir alana hapseder. YAŞAM; AKIL; ARZU ve ZİHİN bedenler atomik olup ETERİK BEDENLER olarak adlandırılırken, BİREYSEL BİLİNÇ; KOLLEKTİF BİLİNÇ ve TANRISAL BİLİNÇ bedenleri enerjetiktir. ASTRAL BEDEN olarak adlandırılırlar. Her birinin farklı işlevleri olan bu bedenlerimiz kendini patron hissettiğinde kişilik bozuklukları ortaya çıkar. Bu bozukluklar hayat düzenimizi bozabilir. Yunus Emre’ nin dediği gibi ‘Başka bir ben vardır benden içeri’ Hepsinin üzerindeki benliğimizi tanımlar.
Mitolojide Apollon yedi atlı arabasını devirmeden kullanır. Hermes ‘in yedi telli liri bütün kapıları açar. Frekanslarından dolayı bir müzikaliteye sahip olan yedi bedenimiz yaşam içinde fark edilmeyi bekler. Yaşam bedenimiz; Hafıza kartımız ya da bellek depomuz iken, Akıl bedenimiz; ‘Bu mantıklımı değimli‘ diye sorar. Arzu beden; İstekleri ile gelişmeyi isterken, Zihin beden; İyi-kötü dengesine odaklanır. Bilinç noktasına gelince, bu kazanımımız, BİREYSEL BİLİNCE aktarılır. Aynı anda da tüm insanlığı birbirine bağlayan KOLLEKTİF BİLİNCE geçer. TANRISAL BİLİNÇ ise içgüdülerimizi zenginleştirir. Bizi ilahi yapı ile bağlantıda tutmaya çalışır. İyi- kötü ayrımı yapmaya çalışan Zihin Beden ile istekleri belirleyen Arzu Beden ayrılmaz ikilidir. ETERİK ÇİFT olarak anılırlar ve sürekli çatışırlar. Mitolojideki Ares ve Afrodit birlikteliğidir bu. Çatışmalarını yaşam beden dengeler. Çatışmaları çok büyüyüp dengelenemediklerinde yaşam beden, parçalanmaya başlar ve hastalanır. Hastalıklar önce yaşam bedende başlar. Sonra maddesel bedenimize geçer. Yaşam beden çatışmaları önleyemediğinde iyice küçülür ve ölüm gelir.
Bedenlerimizle birlikte biz bir yıldız görünümündeyiz. İnsanın maddi bedeni atomlardan oluşmuştur. Atomlarımız sürekli değişir. Ama tek bir atomumuz sabittir. Asla değişmez. Kolay ifade edebilmek için ben kendisine SİVA dedim. SİVA bizim mikroçipimizdir. Bu hayatımıza, öncesine ve sonrasına ait tüm bilgiler Siva’ya kayıtlıdır. Siva tüm cosmos daki parmak izimiz gibidir. Siva kalbimizin biraz üzerinde yerleşmiştir. Ortasında Yaratıcı’dan aldığı ilahi parça bulunur. Adına ALYA (ELİA) dedim. (ELİA, ALİ, ELYAS, ILYAS, HELLAS; HELEN, ELEN, ELİ, İLİ, İLİON, ELL-AH, ALLAH)
Siva ve ortasındaki Elia dört eril, dört dişil kutsal enerji nehri ile korunur. Birbiri içine geçmiş iki dörtgenin oluşturduğu sekizgen ve ortasında ELİA. Kudüs te bulunan Kubbet-üs Sahracamii bu oluşumu tanımlar gibidir. Siva ve ortasında Elia kalp bölgemizde altı şekli ile Astral bedenlere, ters altı ile de Eterik bedenlere bağlıdır. Bu nedenle 66 rakamı tasavvufta önemlidir.
GÜLÜMSER ATILGAN
39- SİVA’ NIN YOLCULUĞU
Mavi renk ile tanımlanan dişil enerji bir nehir gibi yukardan aşağı iner. Bir merkezin etrafında döngüsünü tamamlayıp, yukarı doğru yönelir. Zıt kutbu oluşturduğundan rengi kırmızıya, erile dönüşmüştür. Aynı şekilde tüm Cosmos’u dolaşıp ilahi enerjiye bağlı olarak üçlü sarmal yapıp zıt yönlerde akarak ilerleyen dişil enerji aşağıdan yukarı doğru gelir. Bir merkez etrafında döngüsünü tamamlayıp aşağı doğru zıt kutbu oluşturarak, erile dönüşerek Cosmos’a doğru hareket eder.Gerçekte eril ve dişilin aynı ipin iki ucu olduğunun ve dişilin farklı titreşimlerle sanki zıddı imiş gibi davrandığının da görüntüsüdür bu. İlahi enerjiye dolanıp yukarı doğru akan dişil enerji ve zıt yönde aşağı doğru akan eril enerji üçlü sarmalla tüm Cosmos’u dolanıp, sonra bir merkezde birliğe gelip nötrleşirler. Bu nokta YARATICI’nın birlik noktasıdır, kalbidir, merkezidir. Mitoloji buraya HİPERBOREA der. Hiperborea, Olimpos tanrılarının dinlenme yeridir. Bizim evrenimiz bir alak gibi çok ince bir noktadan buraya tutunmuştur. Siyah zihin kılıfı ile çevrelenmiş bizim evrenimiz üst katmanda uzayı, yıldızları, güneşi ve yeryüzü diye adlandırdığımız yapısı ile, merkezde yerini alır. Bizim yaşadığımız yeryüzü, ağaçları, denizi ile MAVİ GEZEGEN olarak buradadır. Küçük bir kırmızı nokta gibi olan Siva, hayat döngüsünü tamamlayıp ölümü yaşadıktan sonra, Mitoloji’de AVERNUS GÖLÜ olarak adlandırılan yeryüzünün öte dünyaya açılan kapısından geçerek, bir tünel ile alt katmanlara ulaşır. Alt katmanlar bizim bilinçaltımız ve karanlığımızdır. Mitoloji buraya Persefone’nin Sarayı der. Demeter’in güzel kızı Persefone kırda dolaşırken güzel bir çiçek görüp bunu koparınca yer yarılır. Simsiyah atları ile HADES adeta yerden fışkırarak Persefone‘yi yeraltına kaçırır, yer altı sarayına yerleştirir. Persefone’nin karanlık ve korkutucu alanı ARZU ALEM’e açılır. Siva Arzu Alem’de kendi isteklerinin ve arzularının gücü ile vicdanı arasında değerlendirme yapmak zorundadır. Mitoloji buraya KAHARON’UN KAYIĞI der. Müslümanların SIRAT KÖPRÜSÜ’DÜR burası. Aşağıda yeryüzünün kanalizasyonu gibi olan, her türlü kötücül düşünceleri barındıran siyah enerjinin aktığı STİX NEHRİ vardır. Bu kötücül nehir aşılmalıdır. Kharon uygun durum ve zamanda Siva‘yı karşıya geçirince Mitolojinin üç başlı uzun kuyruklu köpeği KERBEROS karşılayacaktır onu. Kerberos ‘un üç kafasından biri olan ortadaki, ıstırap meydanıdır. İntihar edenlerin ve delilerin yerleştiği alan. Bir mahkeme alanı aynı zamanda. Mısır Mitolojisi’ne göre Anubis’in, kalbi, bir tüyle tarttığı yerdir burası. Yan tarafı birinci cennettir. Evrenin Müziğinin duyulduğu bir dinlenme yeridir. Bu dinlenme yerinde SİVA istediği kadar kalabilecekken bir müddet sonra tekrar yeryüzüne dönmek için istek duyarak diğer taraftaki ikinci cennete geçer. Burada yeryüzü için yaşam projesini hazırlayacaktır. Hangi zamana, yere, aileye gideceğini burada belirler. Sonra LETHE IRMAĞINDAN geçecektir. Lethe ırmağı unutkanlık ırmağıdır. Tüm zihin kotları burada silinir. Hades’in Sarayı’na gelince artık AKAŞIK KAYITLARA‘da gelmiş olur. Hazırladığı kader planına göre hangi zamana gidecekse oranın bilgileri kotlanır. Küçük bir çan şekline girip, yeni zihin kodu ile ince bir yeşil yoldan yükselmeye başlar. Öylesine yükselir ki sanki tüm cosmos’u kavramış gibi kendini büyümüş hissetmektedir. Büyük bir çan şeklinde gibidir. Bu duygularla Siva hızla Hiperborea’ ya giriş yapar. Buradan Elia’yı bünyesine alır. Yeryüzüne hızla giriş yapar. Ancak yeryüzü ikilik yeridir. Tam ortadan ikiye ayrılır. Bir yarısı babası olacak erkeğin spermine, diğer yarısı olan Elia ile birlikte olan bölümü annenin son yumurtasına yerleşir. Kader meleklerinin de yardımı ile uygun zamandaki cinsel ilişkide bu iki parça birleşir. Bütünleşmiş Siva yirmi bir gün dişil olarak kuluçkaya yatar. Yirmi bir gün sonra kız mı, erkek mi olacağına karar vererek döngüsüne devam eder.
GÜLÜMSER ATILGAN
40- ELİA, ALYA
Alya, Elia, İli, İlion, İlia, İlyas, Elias, El, Eli, Ali, Ell-ilah, Eliah, Ell-ah, Elena, Helena..
Siva’nın merkezinde yer alan, Yaratıcı’ya ait parça olan ELİA bizimde merkezimizdir. Gerçekte yere göğe sığdıramadığımız Cosmos bizim kalbimize sığmıştır. Böylece Cosmos’a ait olan tüm oluşumlar Elia’da yaşanır.
GÜLÜMSER ATILGAN
41- BAŞLANGIÇ VE SON
GÜLÜMSER ATILGAN
Commenti