Bilindiği gibi 2020 yılında tüm dünyada ve ülkemizde covid salgını yaşandı. 2020 Martından 2021 Nisanına kadar sokağa çıkmak yasak edildi. O tarihten itibaren bende yeme-içme konusunda titizlik oluştu. Bu tip yerleri incelemeye başladım. Sonunda tahmin edemeyeceğim bir hijyen yokluğunu tespit ettim. O günlerden bu günlere gördüklerimi biraz anlatayım.
Önce Yalova’dan birkaç örnek vereyim. Çay bahçelerinden birinde bulaşık yıkayan hanımın parmaklarının ucuna kadar tüm vücudunun siğillerle kaplı olduğunu gördüm. Bir başkasında tezgâh üstündeki mini bulaşık makinasına konan bardaklar yıkama süresi dolmadan çıkarılıyordu. Bir kafede de çay dolduran kızımız burnunu karıştırıyordu. Üstelik bu tip yerler tasarruf yapmak için bardakları sıcak suyla çalkalamak âdetini de bıraktılar.
İstanbul’da da çok farklı değildi bu işler. Örneğin şık bir kafeye giriyorsunuz sizin oturacağınız koltukta da masanın üzerinde de kedilerin yattığını görebiliyorsunuz. Bir başkasında içeride köpeklerin yattığını da görebiliyorsunuz. Hayvan sevgisinin bu konuyla ilgisi olamaz. Ünlü bir meyhanede masadan kalkanların tabağında artan humus buzdolabındaki büyük kitlenin içine yediriliyordu. Uzun uzun yazmayayım. Ama ayağını kaşıyanı da, yazamayacağım başka şeyleri de gördüm hep.
Emin olun okuyucuyu etkilemek için abartmadım bunları. Kısa kestim bile diyebilirim.
Ne yapılmalı?
Öncelikle kesinlikle yeme-içmeci çalışanlarının sertifikalı olmalarının sağlanması gerekir. O sertifikayı alabilmek için de bir kurstan geçirilmelidirler. Ama o kadarla da bırakılmamalıdır. Zaman zaman belediye yetkilileri tarafından haberli-habersiz denetlemeler yapılmalıdır.
İşyerlerine gelirsek… Kesinlikle minimum ölçüler belirlenmelidir. Bu ölçüler kapalı mekânın içinde sağlanmalıdır. Mutfak ve müşterilerin oturduğu kısımlar en az ölçülere uymalıdır. Öyle küçük yerler var ki kapalı kısım mutfak oluyor, dışarı konan masalar müşterilerin ağırlandığı bölüm oluyor. Ölçü içeride karşılanmalıdır. Mutfaktaki minimum araç-gereç belirlenmeli, müşteri kapasitesi belli rakamın üzerinde olanlara sanayi tipi bulaşık makinası zorunluluğu getirilmelidir.
Bir konu daha vardır ki bunu insanlar anlamaz hisseder. Gitmek istemezsiniz o mekâna veya nesinden rahatsız olduğunuzu anlayamazsınız. Görüntü kirliliğidir adı… Bir yerde olmaması gereken eşya vs nin olmasıdır kısa tarifi… Örneğin kafenin veya restoranın veya çay bahçesinin içinde bir köşede gazoz sandıkları, su kolileri vs nin bulunması. Pis değildir, tiksindirici de değildir yalnız başlarına… Orada olmaları rahatsız edicidir ama. Konukların bulunduğu bölüm depo gibi olmamalıdır. Müşteriler baş tacı edildiklerini hissetmelidir geldikleri yerde. Depoda oturduklarını değil.
Merkezi yöneticiler ama özellikle yerel yöneticiler bu tip konuları dikkate almalıdırlar.
Eşimle uzun süredir dışarıda pek bir şey içmiyoruz. Evde yapıp termosa koyduğumuz çayı götürüyoruz yanımızda. Katlanan sandalyelerimizle hem daha hoş, doğal bir yerde oturuyoruz, hem halis çay içiyoruz, hem de neredeyse bedavaya içiyoruz. En pahalı marka çayın bir poşeti 1.5 TL ye geliyor. Bir demliğe 2 poşet konuyor ve tam 8 bardak çay oluyor. Yani bir bardağı 37,5 kuruşa geliyor. Elli Kuruş bile değil... Biliyorsunuz dışarıda en ucuz bir bardak çay 20-30TL. Sakın burun kıvırmayın. Eşimle her gün dışarıda ikişerden dört bardak çay içeriz. 80-120TL. Sekiz bardak içsek 160-240TL. Bir de dışarda içilen hiçbir çay evde hazırlananla aynı lezzette olmuyor. Hatta bazı yerlerde kırmızı sıcak su içtiğinizin farkına varıyorsunuz.
Bu hesaplara girince yeme-içmecilerdeki kar oranını da düşünmeden edemiyor insan. Oralarda daha ucuz olan paket çayın kullanıldığını düşünürsek bir bardak çayın 10-20 kuruşa mal olduğu ortaya çıkmaktadır. Tabii ki giderler vardır ama kazanç yüzdesini lütfen hesaplayın. En düşük 2000 kuruşa (20TL) satılıyor.
Çay bahçesini kamu kurumundan kirala. Yukarıda hesaplanan yüksek kârla çalıştır. Bıkınca da hava parasıyla devret… Öffff. Yine solculuğum tuttu… Konumuz hijyen idi…
ARİF ATILGAN 2024 EYLÜL
Comments